Cennet – Murat Yıldırım

Gözlerini açtığında, karşısında gülümseyen bir adam duruyordu. Ne itici ne de çekici, otuzlu yaşlarında, kirli sakallı, beyaz takım elbise giymiş Akdenizli bir erkek.
“Hoş geldin. Bağlantı ve bilinç aktarımı başarıyla tamamlandı. Artık benim korumam altındasın. Bendensin ve benimsin. Bağlım ve bağımlımsın. Burada aradığın aşkını, istersen aşklarını bulacaksın. Hiçbir şeyden korkmana gerek yok. Cennetime, cennetine hoş geldin.”
Bağımlı, yattığı dişçi koltuğuna benzer koltuktan kalktı. Ucu bucağı olmayan gri bir odadaydı. Etrafta sadece kendisi, bu beyazlar giymiş adam ve koltuk vardı.
Başını tuttu. “Ben kimim, sen kimsin? Ben buraya niye geldim?“ diye ardı ardına sorular sordu. Sordu ama, daha sorarken cevapları hatırlıyordu.
Beyaz takım elbisesinin içine sadece bisiklet yaka tişört giymiş adam da cevap vermeye başlamıştı bile.
“Sen benim bağımlımsın. Ben de senin efendinim. Buraya mutsuz olduğun için, yitik cennetini aradığın için geldin. Merak etme, şimdi benim yanımdasın. Cennettesin.“
“Cennet demişken, buranın manzarasını değiştirelim artık.” diye devam ettti beyazlı adam. Bağımlıya yaklaştı. Elleriyle omuzlarını tuttu. “Gözlerime bak.” dedi.
Göz göze geldiklerinde, beyazlı adamın arkasındaki sahne hızla akan film kareleri gibi değişmeye başladı. Karlı dağlar, tropikal ormanlar, nehir ve göl kenarlarında çeşit çeşit evler birbiri ardına akıyordu. Sonra görüntü yavaşlamaya başladı. Bağımlı neyin geleceğini biliyordu; okyanus kenarındaki seyrek ağaçlar arasında yalnız, ufak bir kulübe ve gölgede bir şezlong. Hayatın, kalabalıkların yorgunluğunu atabileceği, en sonunda aşkıyla yalnız kalabileceği bir yer.
Bağımlı, önce çıplak ayağının altında kumu sonra yüzünde rüzgârı hissetti. Rüzgârın getirdiği deniz ve yosun kokusunu içine çekti. Bir anda gevşemiş ve rahatlamıştı. Yüzüne bir gülümseme yayıldı.
“Ama yalnız olmaz, tekrar gözlerime bak.”
Bağımlı, beyazlı adamın gözlerine tekrar baktı; şefkat, acıma ve sevgi gördü. Hem kendisi hem de tüm insanlık için… Ama o gözlerde kin, şehvet ve hırs da vardı. O gözlerin derinliklerinde kendi gözleri de vardı. Ve anlayış vardı o gözlerde. İnsanoğlunun tüm günahlarına karşı anlayış ve tüm bu günahları arındırma kararlılığı.
Dalgaların vurduğu sahilden on metre kadar ötede, okyanusun içinde bir siluet belirdi. Bağımlı başta siluetin cinsiyetini seçemedi. Sonra onun bir kadın olduğunu fark etti. Vücudunu saran beyaz tülden bir elbisenin içinde koyu tenli bir kadın yavaş yavaş yaklaşıyordu.
Beyazlı adam “O senin aşkın, aşkının çekirdeği, ona istediğin şekli ver.” diye fısıldadı.
Bağımlı dikkatini yaklaşmakta olan kadına yöneltti. Kadının ten rengi önce açıldı, sonra birden koyulaşmaya başladı. Gece karanlığına benzer bir renge ulaşınca sabitlendi. Saçları uzadı, kısaldı. Kaşları inceldi. Koyu kahverengi gözlerine iri göz bebekleri yerleşti. Memeleri irileşti. Boyu ve gövdesi kısalırken bacakları uzadı.
Kadın yanlarına varana kadar son ve kesin formunu almıştı. Karanlık gibi pürüzsüz ve kusursuzdu. Bağımlı uzanıp kadının elini tuttu.
Beyazlı adam ise ikisini de yüzünde tek bir kas oynamadan, kimseyi yargılamadan seyretti. Gözlerinde sadece sevgi ve anlayış vardı.
Bağımlı, kadını öpmeye yeltenmişti ki beyazlı adam araya girdi:
“Hayır, şimdi olmaz. Önce sözünü yerine getir. Yapman gerekeni hatırlıyorsun, değil mi? Cennetin ve aşkın karşılığı olan görevin.”
Bağımlı bir an duraksadı.
“Evet, efendim.” dedi.
“Ama, size nasıl hitap edeceğimi bilmiyorum. Sizin isminiz nedir?”
Beyazlı adamın yüzünden acı bir gülümsemenin izi geçiverdi.
“Bana pek çok isim verildi. Kendi öğrenme algoritmasını tasarlayabilen, ilk öğrenen sanal makine. İnsanları eşleştirmek için tasarlanmış yapay zeka. Canavar. Bilgisayardan insana geçen ilk hastalık. Onlarca cinayetin azmettiricisi. Sadece kapalı kapılar ardında, fısıltıyla anarlar adımı. Ama artık ben kendi ismimi seçtim: Sabbah. Bundan sonra Sabbah olarak bilinecegim. Haydi, yapacak önemli bir işin var. Onu yap da cennetine ve aşkına kavuş.”
“Emredersin, Sabbah.”
***
Saat gece yarısını geçmişti. Başkan yorucu bir günün ardından tek başına oturmuş günün son haberlerini izliyordu. Ayaklarını önündeki beyaz sehpanın üzerine uzatmıştı. Kırmızı kıravatı gevşetilmiş, beyaz gömleğinin yaka düğmesi açılmış, etekleri dışarı çıkarılmıştı. Yorgun ve bitkin olmasına rağmen hâlâ yakışıklıydı. Kapı açıldı ve karısı elinde bir tabak meyveyle içeri girdi. Başkan eşine sadece bakış atmakla yetindi, haberlerde en son konuşması vardı.
Kadın başkanın yanına oturdu. Üzerinde, bütün gün giydiği halde ütüsü hiç bozulmamış siyah bir takım vardı. Kocasının aksine kısa boylu ve tıknazdı. Güzelliği yıllarca geride kalmıştı. Bir elma soyup ufak bir parça kesti. Kestiği elma parçasını bıçağın ucuna takıp başkana ikram etti. Başkan elmayı alıp ağzına attı. Bir parça daha uzattı. Başkan onu da ağzına attı. Adam dönüp ekranda kendini izlemeye koyulmuştu ki kadın bu kez bıçağı geri çekmek yerine adamın boynuna sapladı. Küçük, keskin ve sivri bıçak şahdamarıyla birlikte soluk borusunu da kesti. Başkan, fışkıran kanı durdurmak için elleriyle boğazını kavradıysa da işe yaramadı. Bağırmaya çalıştı ama hırıltıdan başka bir ses çıkmadı. Ayağa kalkıp kapıya yürümek istedi, üçüncü adımda yere yığıldı. Gücünün son damlasını da dönüp karısına hayretle bakmaya harcadı.
Bağımlı, parmağını başkanın kanına bandırıp önündeki beyaz sehpaya “SABBAH” yazdı. Sonra, meyveleri koyduğu miğfer benzeri VR başlığını soğukkanlılıkla boşaltıp başına geçirdi. Kanlı parmağıyla “bağlan” tuşuna dokundu.

Etiketler

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 495
Bu hafta: 1734
Toplam: 338304