Değişmeyen Tek Şey – Eren Kasapoğlu – 1.

9. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Birincisi

1

İnsan dediğinin ihtiyacı bitmez… Ev ihtiyaçlarını son bir kez karşılamak için, burnumu bile uzatmak istemediğim kapıdan dışarı adımımı atar atmaz pişman oldum. Mırıldanan insan gruplarından oluşan et yığını, yerde ve havada, alçak irtifada ilerleyen araçlar, mağaza reklamları, üç boyutlu panolar… Rahmetli dedem görse, şehre mi geldik derdi. Oysa şehir falan değil, tam yüz yıldır bu sözüm ona köyde yaşıyorum!

Hava serince, yani fibro-lens bu bilgiyi verdi; ama o kadar vücudun bir araya gelmesiyle oluşan ısı yüzünden terlemeye başladım. Bir telaş hedefime ulaştım. Marketin sahte serinliği, içimde gerçek bir ferahlığa yol açarken, kasanın başındaki Gregor ile göz göze geldim. “İhtiyar!” diye bağırdı, görünüşteki yaşı aşağı yukarı benim kadar olan adam. Bana ihtiyacımı soran, kibar ve güler yüzlü robotu elimin bir hareketiyle uzaklaştırıp, kasaya yollandım.

İki eski dost gibi selamlaşıp, kısaca hâl hatır sorduktan sonra konuyu Gregor açtı:

“Haber resmi kanallardan açıklandı, karar alınmış.”

“Biliyorum.”

“Peki, ne yapacağına karar verdin mi?”

“Elbette, beni bilmez misin? İki gündür tüm resmi ve gayrı resmi evrak işlerinin peşinde koşturmaktan mekanik kalbim tekledi! Aslına bakarsan, yarın nüfus kaydım kapanıyor, öbür güne geçiş yapılacak.”

Gözleri büyüdü, ciddileşti.

“Yani… Gerçekten gidiyorsun.”

“Bak Gregor, neredeyse iki yüz yıldır oksijen harcayıp, artıklarımla dünyayı kirletiyorum. Risk almaktan korkacak son kişi benim.” kendimi gösterdim, “Değişmedik parça kalmadı. Bazıları birden çok kez. Şu gözümdeki lens bile altı ayda bir uzaktan bir doktorun kontrolünde, gözlerimi bakıma alıyor. Ama şurası,” kafamı işaret ettim, “artık almıyor bu kadar saçmalığı, kaldıramıyor.”

Gregor boynunu büktü, “Neyse, zaten direnenler de önünde sonunda mecbur bırakılacak deniyor. Seksen yaş ve üzerini temizliyorlar.” Sırıttı.

“İnsan canı özel ve önemlidir düşük çene Gregoroviç. Konu çok etik alanlara kayarsa, bu iş uzar. Ama beni bunlar ilgilendirmiyor, ben gidiyorum.”

Sarıldık ama ağlamadık. Vedalaştım son dönem dostumla. Alışverişten para almadı, giderayak mahcup etti beni.

2

Aynı çılgın kalabalığın içinde eve dönüş mücadelesi. Marjinal, rengârenk gençler; bir tanesi geçerken yüzüme bakıp “Biraz rahatlayacağız nihayet!” dedi. Yanındaki palyaço kılıklı ile gülüştüler. Ciddiye almayacak kadar yaşlıyım sanırım, devam ettim.

Ev huzuru bile battı o son akşam. Gerekli yerlere gerekli eşyalarımı gönderdim. Kargo robotları, insanı hayrete düşürecek kadar titiz ve hızlı çalışıyor. Kızım arayıp, gelmesini isteyip istemediğimi sordu. Yarım ağız gerek olmadığını söyledim. “Tamam, sonra konuşuruz.” deyip kapattı. Yüz yıl ve üzeri çocuk-ebeveyn ilişkileri üzerine kitap yazıp ayrılsaydım keşke, dedim. İçimden.

Beynimin durmasını engelleyen hapları ağzıma atıp, erkenden yattım. Huzursuz uykumda, rüyamda hiçbir parçası değişmemiş, daha yaşlı ama daha güçlü bir versiyonumdan bir temiz dayak yedim…

3

Giriş işlemlerinin çok vakit almamasına rağmen, tam altı saattir Nüfus Planlama Teşkilatı’nda bekliyordum. Bir grup ihtiyar(!) oturuyorduk. Karşımızdaki dev ekran bir anda açılıp, bize temel bilgiler vermeye başladı.

Klasiklerle giriş yaptı: Dünya nüfusunun kontrolsüzce artması, kaynakların tükenmesi, Mars’ta yaşam planlarının (üç yüz yıl kadar) ötelenmesi ve kıtlığa doğru koşar adım giden insanlık. Bir yandan ürüyor, diğer yandan ölmüyorduk. İnatla ve ısrarla, işlevini yitirmiş bacağımızı, kolumuzu, kulağımızı, gözümüzü, ciğerimizi, böbreğimizi, kısacası beyin hariç her yerimizi yenisiyle değiştiriyorduk. Beyin için çözüm, kimyasal ilaçlarla yaşam süresini uzatmaktan geçiyordu.

Nihayetinde çözüm bulundu. Biz “ihtiyarlara” ölmemiz karşılığında “ölümsüzlük” bahşedildi!

Phenix Projesi, sanal gerçekliğin en üst seviyesini, bilincin kendisiyle harmanlamış, Amerika ve Rusya’nın yüz yıl önce ulaşmaya çalıştıkları “ölümsüzlük”, İsviçre tarafından keşfedilmişti. Phenix kapalı bir uluslararası ağa sahip, içindeki sakinlerini, insan bilinci yüklenmiş avatarların oluşturduğu ve onlara çeşitli imkânlar sağlayabilen bir sanal gerçeklik programıydı. Oynayanlardan gelen mesajlara(!) göre, her anından eşsiz bir keyif alıyordunuz. Oynamak için tek ve ufacık şartsa, işlemin ölmenizi gerektirmesiydi.

Açıkçası tek bir kişinin bile kabul edeceğini düşünmezdim. İnsan bir kez doğar, bir kez ölür. Dahası ötenaziyi yeni kabul etmiş ülkeler, bir oyun uğruna harcanan canlar için ne diyeceklerdi? Bu anlamda projeyi destekleyen şey, hızla tükenen doğal kaynaklar oldu. Zamanla fikirler değişti.

Phenix’in versiyonları geliştikçe ve kullanımı arttıkça, uygulamanın dünyaya katkısı daha somut bir hale geldi. Ülkeler bir bir, önce teşvikler, bedava üyelikler getirdiler. Fakat bu sefer de oyunla ilgilenen genç, üretken nüfusu kaybetme riski doğdu. Yasaklar, yeni kurallar geldi. Phenix artık uluslararası bir kuruluş tarafından denetlenen, biz fazla yaşamışları postalamaya, dünyaya biraz nefes aldırmaya çalışan bir kamu hizmetiydi!

Aman neyse neydi. Phenix’in ne kadar güvenli olduğuna dair bölümde uyuklamaya başladım.

4

İşlemler nihayet tamamlandı, iki kişi bir odaya alındık. Yanımdaki hanımefendiyle son kez bakıştık ve yan yana sedyelere uzandık. İlaç verdiler; etkisini göstermesini beklerken, kafamı kazıdılar. Son aşamaya gelindiğinde, karşımdaki ekranda beynimin üç boyutlu hali bana sırıtırken, her şey karardı.

5

Gözlerimi açtım. Nerede olduğumu bilmiyordum ama tuhaf bir şekilde evimi andırıyordu. Beynimde bir şeyler oluyordu fakat anlayamıyordum. Anılarım daha canlıydı. Birisi uzaktan, saklandıkları tozlu raflara üflemişti sanki. Doğrulup, biraz etrafı inceledim. Ayağa kalkmak istediğimde ise içinde bulunduğum duruma karşı olan farkındalığım tamamen değişti: Hafif bir itişle adeta yatağımdan sıçradım, o ne kuvvet! İnsan boyundaki bir pirenin bacaklarına sahiptim.

Çıplaktım. Fırsatı değerlendirip, aynada kendimi iyice inceledim. Çok… Abartıydı. Gergin yüz, gelişmiş kaslar, estetik. Cinsel organım karikatür gibiydi. Sevemedim kendimi, yabancıladım. Evi biraz daha inceledikten sonra dışarı çıktım.

Dışarısı… Uçsuz bucaksız, sonu olmayan bir sanal “düzen”. Her yöne doğru uzanan dümdüz yollar, benimki gibi sıra sıra müstakil evler. Robotlar tarafından idare edilen çeşitli dükkânlar içerisinde ya da yollarda, sohbet ederek gezen insanlar. Burada geçerli para birimi ile alışveriş yapanlar ya da bir şeyler yiyip içen, sohbet eden, dans eden, eğlenen… Yeniden, başka bir dünyada doğmuştum!

Kent merkezi ismi verilen çeşitli noktalar, insanların sosyalleşme alanları ilan edilmişti. Evime yakın olan kent merkezinde sık sık zaman geçirerek, kısa zamanda kendime bir çevre oluşturdum. Arkadaşlarım, genelde gerçek dünyanın farklı bölgelerinde ömürlerini harcamış, yaşları benimkine yakın “gençler”, kendisine ikinci şans verilen her insan evladı gibi sanal hayatı doyasıya yaşıyorlardı.

Sahte yorgunlukları bir çırpıda üzerinden atan yeni vücudumdan, bastırılamaz zihinsel açlığı nasıl eğlencelerle kapatmaya çalıştığımdan bahsetmeyeceğim. Bu, asıl durumun üstünü dantel bir örtü ile kapatmak olur.

6

Geldiğimden beri gözlemci yapıma uyacak şekilde, etrafı, değişiklikleri, yeni gelenleri takip ediyorum. Hiçbir şey değişmiyor gibi görünse de (kirliliğin bile olmadığı bir dünyada yaşıyoruz), değişimin sinsi ayak izleri her yerde. Kaldırımlarda, lokantalarda, marketlerde, yollarda…

Cani bir uğultunun anısı, kulaklarımdan girip tüm vücudumu, artık hissetmemem gereken insan sıcaklığı ile terletiyor. Her gün, ay, yıl bu sıcaklık artıyor. Kalabalık, gerçek dünyadan buraya taşınıyor. İtişmeler, bağrışmalar. Kahkahalar küfürlere, samimiyetler ketum bakışmalara dönüşüyor.

Dönüşüyoruz, yine.

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 20
Bu hafta: 300
Toplam: 288979