Son Tiryaki – Müfit Özdeş
Son Tiryaki, Metis Bilimkurgu dizisinde yayımlanan, Türkiyeli bir yazar elinden çıkma ilk ve tek kitap olma özelliğini taşıyor. On beş öyküden oluşan Son Tiryaki, bilimkurgu ile masal/fantazi türleri arasında bir yerde duruyor. “Hardcore” bilimkurgudan peri masalına, Aziz Nesin lezzeti taşıyan ve son derece Türkiye’ye özgü mizahi bilimkurgu öykülerinden karanlık bir anti-ütopyaya kadar değişik alt türleri içeriyor.
Son Tiryaki‘nin masal-bilimkurgu evreninde tanışacaklarınızdan bazıları:
• Bir türlü çalıştırılamayan bir anında transfer makinası…
• Dünyayı dev bir et besi çiftliği olarak gören bir uzaylı yaratık..
• Sigaranın tümüyle yasaklandığı Dünyadan kaçan bir tiryaki…
• Bir insanoğluna âşık olan bir peri kızı…
• Tüm yaşayanların acısını çekmek için yapılan bir robot..
• Başka bir olasılık düzeyinden gelen ve Dünyalı erkeklere bayılan bir kadın..
• Uzaydan geldiğini iddia eden bir ayyaş…
• Dünyanın yok olan yüzeyinden yeraltına kaçan ve orada “mükemmel” bir düzen kuran insanlar…
Kitaba da adını veren “Son Tiryaki” öyküsünü Tadımlık’ta okuyabilirsiniz.
Basım Yılı: Nisan 1996
İçindekiler
Sunuş
İki Kısa Bir Uzun
LOVE.EXE Destanı
Krrçiysk
Son Tiryaki
Peri Kızı Nurcihan
Hatalı Üretim
Karasevda
Kimin Ağrır O Bağırır
Telek Dün Gece Öldü
Çirkin Prenses
Nergisler Kan Kızılı
Yin ile Yang
Nostura’nın Öyküsü
Niyazi
Yeraltı İnsanları
Bülent Somay, Sunuş, s. 7-8
Metis Bilimkurgu Dizisi’nin onuncu kitabına ulaştık. Genellikle dergilerde ve dizilerde “on” ya da “on iki” bir tür dönüm noktası, bir milat olarak algılanır. Bu onuncu kitap benim için de bir dönüm noktası; ancak keramet büyülü “on” sayısında değil yalnızca. Onuncu kitabın Türkiyeli bir yazarın olması, üstelik bu kitabı buraya, önceki dokuz kitapla daha sonra gelecek dokuz (on, on beş, yirmi, kim bilir?) kitap arasına, bilimkurgu tarihinin seçkin yazarlarının seçkin kitaplarıyla biraraya koyarken büyük bir gönül rahatlığı içinde olmamız, “on”un esas kerametini oluşturuyor.
Türkiye’de bilimkurgu çok az yazılıyor. Akla ilk gelen, Selma Mine, Zühtü Bayar gibi öncü/yayıncı/fan/yazarların, kısacası bu yola kendilerini her bakımdan adamış kişilerin çalışmaları. Belki de bu “çok az yazılma”nın bir nedeni de bu: Ortaokulda edebiyat öğretmeninin heyecana getirmesiyle şiire, öyküye başlayan ergen, Balzac’ı, Tolstoy’u, Eliot’u, Nâzım Hikmet’i, Neruda’yı, Sait Faik’i, Borges’i bilmeden, okumadan “yazı”nın büyüsüne kapılabilir, yazabilir. Daha sonra, yetişkinlikte bu yazarları okuduğunda çoktan on beşinci öyküsünü, kırkıncı şiirini yazmış, ufak ufak ilk romanının taslaklarını hazırlamaya başlamıştır. Yola çıkmıştır; “büyük”lerle yapılacak kıyaslamalar artık onu durduramaz.
Bilimkurgu öyle mi ya? Bilimkurgu serüvenine o yaşlarda başlanmıyor genellikle. İnsan önce bilimkurgu “fan”i oluyor, sonra bilimkurgu yazmayı düşünmeye başlıyor. Ama geçmiş olsun: Asimov, Heinlein, LeGuin, Dick, Silverberg, Lem, Bester, Ellison, Vonnegut Jr., Bradbury, bunların hepsi okunmuş, standartlar oluşmuştur. Kolay mı şimdi yazmak? Bilimkurgu meraklısı değilseniz, zaten bilimkurgu yazmayı düşlemezsiniz. Bilimkurgu meraklısı iseniz, en basit öykü taslağınızı bile “ustaların” başyapıtlarıyla kıyaslar, doğmadan öldürürsünüz, çöpe atarsınız. Bu yüzden Türkiye gibi şu ya da bu sosyolojik/psikolojik/teknolojik/kültürel nedenlerle bilimkurgu dünyasına geç girmiş ülkeler, bu gecikmeleri nedeniyle bir kat daha şanssız oluyorlar.
Kuşkusuz aynı önemde bir başka neden de, bu “fan”lerin bilimkurgu eserlerini ya orijinal dillerinden (yani çoğu kez İngilizce’den), ya da başarısız ve savruk Türkçe çevirilerinden okuyup, bir “Türkçe bilimkurgu” dili oluşturma konusunda adım atamamaları.
Müfit Özdeş, böyle bir “fan”. Çocukluğundan beri bilimkurgu büyüsüne kendini kaptırmış, eline ne geçerse doymak bilmez bir açlıkla okumuş. Yukarıdaki nedenlerden ötürü de “okuma” nın büyüsünden “yazı”nın büyüsüne geçmekte epeyce gecikmiş. Yazsa bile yazdıklarını günışığına çıkarmada oldukça mahçup davranmış. 1991’de yayınladığımız Asker Kaçağı derlemesine Müfit Özdeş’ten bir öykü almak için çekişe çekişe ne kadar pazarlık ettiğimi hatırlıyorum. O zaman da, bu derlemenin benim için en önemli yanı, Dick, Bester, Lem ve Russell gibi yazarların öykülerinin arasına, onlardan hiç de aşağı kalmayan bir “Özdeş öyküsü” yerleştirebilmiş olmaktı.
Şimdi ise tam on beş “Özdeş öyküsü” sunuyoruz size; kimi bilimkurgu masalı, kimi alaycı, kimi “hard-core” bilimkurgu, kimi lirik. Tümüne birden baktığınızda, Lem’den LeGuin’e, Bradbury’ den Pohl’a bir sürü “usta”nın izlerini görebilirsiniz. Ancak tüm izler ve etkiler bir yana, bu on beş öykünün tümü de Müfit Özdeş damgasını taşıyor. Bilimkurgu tür-içi etkilenmelere en açık türlerden biri, o yüzden de, kimliğini bulmuş bilimkurgu eseri az bulunan, bulunduğunda da selamlanması gereken bir sevinç kaynağı.
“İyi Bilimkurgu İyi Edebiyattır” demiştik en başta. İşte size on beş “iyi” öykü.
(http://www.metiskitap.com/ sayfasından alıntıdır)
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Üzgünüz - Yoruma Kapalı
Son Yorumlar