Uyanış – Yunus Emre Eroğlu
5. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması İkincisi
Uyandım! Bu kaçıncı, artık hatırlamıyorum. Boğazımdaki metalik tat, hissini muhafaza ederken, her defasında daha da yoğun kan kokusu alıyorum. Gerçek ben, bu düşünceleri aklından geçiren miyim, bilmiyorum!
Söylenenlere göre 2020’de, Kuzey Kore’nin şaka yapmadığı anlaşılmış. Beyaz adamın yapay zekâsı ve çekik gözlünün nükleer gücünün karşı karşıya gelmesi ile Dünya, yaşam enerjisini yitirmeye başlamış. “Dünya’yı iyilik kurtaracak!” sloganı ile kendilerine süper kahramanlığı vazife edinen bilim insanları, “zeki ve yetenekli” insan spermlerini depolamaya başlamışlar. “Bombayı da kablo beyini de sen yap, Dünya’yı ben kurtarayım. Ne ala!”
Zaman kavramı Dünya gezegenine kıyasla çok daha ağır ilerleyen ve adına Newlife dedikleri gezegenin keşfi, geçmişe müdahale imkânı sunmuş. İnsan ırkının vahşetini idrak edebilen yapay zekâ, Dünya gezegenindeki yaşama son vermek için atmosferde dönüşü olmayan tahribat yaratmış. Benim vazifem, bu bitirimlerin fişini çekmek.
Hayatın tükendiği topraklarda makinelerin hâkimiyeti sürerken, iyi kalpli insanlarımız, boşluklar ötesindeki iki gezegenin arasındaki zaman farkı oranını hesaplamakla meşguller. Görevim ise bana ayrılan sürede olabildiğince çok yer görmek, dokunmak ve tatmak. Sanıyorum ki gerçek ben; bağlı olduğum ve çok güvenli olduğu iddia edilen cihaza bu bilgileri aktarıyorum. Kopya benden, gerçek bene!
Gerçek Dünya, yani şuan üzerinde korkak bir uzay faresi gibi dolandığım yeryüzü üzerinde seyrime devam ederken, “Neden sen?” diye düşünüyor olabilirsiniz. Ayağımın altında ezilen toprağın takvimine göre çok çok çok çok büyük annem ve babam olan insanlar, zamanın suç şehri olan İstanbul’da cinayet soruşturmalarını yapan askerlermiş. Bir hayli de başarılılarmış. Onlardan olan çocuğun spermi ile de ben yaratılmışım. Newlife takvime göre de bu insanlar, benim büyük annem ve babam olurlar değil mi? İnsanlığın dönem tarihine, Kana Davet adı ile yazılan bir cinayet soruşturmasında tanışmışlar. İsimleri ise Ezgi ve Emre.
Uyandım. Zihnimin barındırdığı bilgilerin kaynağını artık biliyorum. Algılarım dışında hiçbir gerçeklik bana ait değil. Boğazım! Kan tükürmek nesnel gerçekliğimi yansıtıyor olabilir ancak ruhum, şuan ki bedenime mi ait gerçekten?
2045 Dünya yılında, 34 yaşındayım. Yapay zekânın android askerleri, Çamlıca denilen bir tepede atmosferi delmek için faaliyete başlayacaklar. Bilgiler, doğduğum gezegende rüya halinde olan gerçek kimliğime yükleniyor ve böylelikle şaşmaz bir lazer silah gibi hedefimi bulabiliyorum. Askerler gerekli çalışmalarını sürdürürken, yapay zekânın geliştiricileri sonsuz enerji kaynağı için atmosferde açılması gereken deliğin boyutunu hesaplıyorlar. Kahramanımız bilim insanlarının tespitine, yani benden önce defalarca parçalanan kopya benin sağladığı bilgilere göre sanal beyin, sonsuz enerji kaynağı olarak Güneş’i seçmişti. Dünya’nın sonunu da getirmiş olsa bu teneke kafalar, yine de Tesla’nın zekâsına erişememişler. Kablosuz güç aktarımı henüz yok! Bu sebeple depolanabilir enerjiye ihtiyaçları var.
Teneke kafalar, ilk defa maruz kalacakları direk Güneş ışınlarından korunmak için geliştirdikleri zırhı kaportlarına giydirmiş durumdalar. Maçka Parkı denilen yerdeyim ve her şeyi görebiliyorum. İnsanlık kaderinin değiştiği gün, yeni bir kader yaratmak için buradayım.
Zaman yolculuğu, birden fazla kopya beden ile mümkün. Bugüne kadar insanlık, geçmişe müdahale etmediğinden bu görevin sonucu için eldeki tek veri umut! Geçmişin bugününü değiştirmek, gerçek zaman dilimli bugünde neler yaratır, kimse bilmiyor.
Daha önce böylesine renkli bir Dünya gözlemi yaptığımı hatırlamıyorum. Atalarım gerçekten şanslılarmış. Newlife’tan çok farklı. Mikro boyuttaki, içinde bulunduğum zamanın çok ötesinde bir teknolojiye ait olan tabletim, tırnak içinde. Bana öğretilen tek şey ne yapmam gerektiği. Çabuk öğrenen yapay zekâya yakalanmam halinde, gerçek zamanın insanlığı da tehlikeye düşebilirmiş.
Bir ses duydum.
“Kim var orada?”
Sanki gerçek bir kişilikmişim gibi seslendim. Cevap gecikmedi.
“Neden önce sen, kim olduğundan bahsetmiyorsun?”
Bana söylenen bir bilgi daha hücum etti beynime. “Benim olmayan beynim…” Yolculuk sırasında dış etkenler sebebi ile ölürsem, gerçek ben de ölürdü. Transferlerimin hiçbirinde korku denen duyguyu yaşadığımı hatırlamıyorum. Evet! Daha önce gerçek bir insanla hiç karşılaşmamıştım çünkü. Hepsi, gezegene hücum eden gazlar ve yüksek Güneş ışınları sebebi ile çok kısa sürede ölmüşlerdi.
“İsmim Emre!” dedim. Yalan söylemiştim. Dünya’da kalan son insan ile konuşmak istiyordum. Bildiğim tek gerçek isim; dedemin ismini kullanmıştım.
“Bu kadarı yeterli değil genç adam. Bence anlatamaya devam etmelisin!”
“Cinayet soruşturma merkezinde görevli askerim.” dememle birlikte, sırtımda hissettiğim ağırlık ile yüz üstü kapaklandım yere. Daha ne olduğunu anlayamadan kollarım arkamda bağlanmış ve kafam çamurun içine gömülmüştü bile.
“Kim gönderdi seni?”
Arkamdaki güçlü bedene ait ses, korkuyu ölümüne yaşatmaya başlamıştı. Her boku hesaplayan uzmanlar bu durumu öngörememişlerdi bile. Belki de birazdan iki farklı zamanda ancak aynı anda ölecektim. Yalanımdan dönmem ise kafamı tek eli ile avuçlayabilen adamı muhtemelen daha çok sinirlendirecekti.
“Kimse!” diyebildim yalnızca. Kırılmak üzere olan birbirine bağlı kollarımdan tutup, sert bitkilerin içine sürükledi beni. Arkamdaki kollarımın üzerime fırlattı. Şimdi karşımdaydı.
Daha önce hiç ama hiç yaşamadığım bir his kapladı bedenimi. Bunu zaman deliğinin diğer tarafındaki gerçek bedenimde de yaşadığıma emindim. Tarif edemiyordum yalnızca. Gözlerim ıslandı. Korku değil, hayır kesinlikle korku değildi bu.
İlkel bilgisayar büyüklüğünde, avuç içi kadar bir tableti gösterdi bana. Daha doğrusu tablet sandığım bir nesne. Üzerinde ilk defa gördüğüm bir kelime yazıyordu. Polis!
Karanlıkta kalan yüzünü göremiyordum ve o da muhtemelen benim kirli suratımdan dolayı beni seçemiyordu. Elini ağzıma kapatıp, üzerime çullandı. Gerçek oksijenin bulunduğu Dünya’ya yollandığımdan, burnumun içinde hava kapsülleri de yoktu. İlk defa nefessiz kalıyordum. İkinci defa öleceğimi düşündüğüm an kalktı üstümden adam.
Yüzümün çamuru artık ellerindeydi. Kısmen temizlenmiştim.
“Şu robotlar… Bu aralar Çamlıca’da bir iş çeviriyorlar.”
“Teneke kafalar mi?” diye sordum birden. Kızdırmıştım.
“Ne dedin sen?” Bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum. Sürükleyip bitkilerin dışına çıkardı beni. Düşecek gibi oldu, sallandı ve kalın bitkiye tutunarak ancak kalabildi ayakta.
“Sen benim gençliğime benziyorsun!” dedi. Oysa kendinin bana benzediğini söyleyemezdim. Kafasını kollarının arasına alarak etrafında dönmeye başladı.
“Emre gerçek adın değil, değil mi?” dedi.
“Evet.” dedim.
Çamlıca denilen yerden sesler yükselmeye başladı. Görevim geldi aklıma. Vakit daralıyordu. Gerçeği anlatmam gerekti. Tam söze başlayacaktım ki susturdu beni.
“Biliyorum! Gelecekten geldin ve bugünü kurtarman gerek. Buna izin veremem. Teneke kafalar ifadesini benden başkasının kullandığını sanmıyorum. Kalıtımsal bir bilgi aktarımı olsa gerek. Ben Cinayet Büro’dan Emre. Yani senin büyük baban. Eğer evrende bir yerlerde bana ait bir hücre hala yaşıyorsa, bugün ile birlikte geleceği de yok etmene izin veremem.”
Gürültülü bir şekilde atmosferi parçalama çalışmaları başlamışken, birden bir insan daha belirdi yanımızda. Gelecekten, benim gerçek zammının da ötesinden geldiğine şüphem yoktu. Bana benziyordu!
“Dede! İnsanlığı kurtardın!” diyerek sarıldı. Birlikte gerçek zamana yolculuğa çıktılar. Anlaşılan insanlık, bedensel zaman yolculuğunu da keşfetmişti. Dünya bir kez daha yaşama veda ediyordu. Uyanış, başlamıştı.
Son
Etiketler bilim kurguBilim kurgu Kısa öyküBilimkurgu romanTürk bilim kurgu romanTürk Bilimkurgu RomanYerli bilimkurgu roman
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Üzgünüz - Yoruma Kapalı
Son Yorumlar