Laplace’ın Şeytanı – Ali Burak Özkaya – 3.

12. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü

Dev kolonlardan yükselen müziğin derin basları gök gürültüsü gibi patladığında sarsılan duvar panellerinin arasındaki boşluklardan koparak uçuşan toz parçacıkları, projektörlerin şimşek çakması gibi anlık yanıp sönen yoğun beyaz ışığıyla parıldıyordu. Gizli mekanizmalar tarafından püskürtülen sislerle gösterinin planlı bir parçasıymış gibi havalanan zerrecikler, dipdibe çılgınca dans edenlerin çekimine kapılıp savrulan kolların altından giriyor, yukarı uzanan işaret parmaklarından uzaklaşıyordu.

Saka yalnızdı. Herkes devasa platformda, gözlerinde sanal dalış gözlükleri, zihinleri kim bilir neyi nasıl görürken ve içiçe, sarmaş dolaş, çığlık çığlığa, nefes nefese, terli ve istekli bir şekilde ayinlerine devam ederken o; keşmekeşin merkezinden olabildiğince uzak, boş taburelerle dolu barmensiz bir bara yaslanmış oturuyor.  Sırt çantasını bacakları arasına sıkıştırmış, sakince sade sodasını yudumluyordu.

Gözünde, çevresindekileri müziğin ritmine göre parlak renklere boyayan, arka planı sepya bir çöle ya da saykodelik bir nebulaya dönüştüren sanal gözlük yerine, yakını daha iyi görmesini sağlayan antika bir kemik gözlük vardı. Açık kahverengi pantolonu, gri gömleği ve bej ceketi, dans edenlerin fosforlu yeşil, çingene pembesi ve ışıklı turuncularından oluşan neonize evrene usulca meydan okuyordu.

Titreyen elini diğer eliyle sabit tutmaya çalışarak bileğindeki saate baktı. Akrep ve yelkovan yerine yedi farklı kol, altı farklı yönü gösteriyor, yedinci olan kırmızı ince bir çizgi de saniyenin frekansından hızlı, fırıl fırıl dönüyordu. Onun gözü ise bozuk saatlerin atmakta zorlanan kolu misali ileri gitmeye çalışıp yerinde sayan mavi, kalın bir çizgideydi.

“N’aber?”

İrkildi ve beceriksizce saatin üstünü kapatmaya çalıştı. Hemen önünde uzun boylu bir kadın, gölgesinde dinlenmelik bir ağaç gibi dikilmişti. Yüzüne doğru bir köpek yavrusunu severcesine eğilmiş kadının yuvarlak hatlı buğday tenli yüzüne dökülen sarmaşık yeşili saçlarının arasında saklanan bir çift karadelik, alnındaki sanal dalış gözlüğünün altından ona bakıyordu.

Beklemediği soruyu, umursamazlığa yedirmeye çalıştığı bir şaşkınlıkla yanıtsız bırakırken, beriki yılan gibi kıvrılarak hemen yanına yerleşti. Arkasında kalan sahne ışıklarının kadının yüzündeki simlerden yansıyan yanardöner huzmeleri Saka’nın yanağında geziyor, bakışları adamın kaçırdığı gözleri yakalamaya çalışıyordu.

Bu tür bir yakınlaşma çabasına karşı ne yapacağını önceden planlamıştı. Hafifçe, zoraki olduğu her hâlinden belli bir gülümseme gönderdi, elini ‘ilgilenmiyorum’ der gibi savurarak bara döndü. Kadının otomattan sipariş ettiği stout bira, tezgâhın altındaki gizli odacığından Saka’nın sade sodasının yanına yükseldi. Kadın tüm vücuduyla Saka’ya dönüp bara uzandı, kafasını bileğine yasladı ve saçlarının süpürdüğü tozlu tezgâha ve yüzünü kapatan bira şişesine aldırmadan kaşlarını kaldırıp, “O neydi?..” dedi. İşaret parmağı adamın bileğini gösteriyordu “…kolundaki saat gibi şey?”

“Hiç.” Neredeyse içine konuşmuştu.

“Kafa bulmak için falan mı?” dedi kadın içkisinden bir yudum alırken.

“Tabii ki hayır!” diye parladı Saka kadına dönüp. Bir an durdu, “Boş ver” dedi.

“Merak ettim sadece.”  

Bir kez daha göz ucuyla mavi çizgiye baktı, değişiklik olmadığını görünce taburesini kadına doğru döndürdü.

“İlla bilmen gerekiyorsa bu bir pusula” dedi hızlı hızlı, göz teması kurmadan.

“Kuzeyi göstermiyor sanki…” dedi kadın dudağında çarpık bir gülümsemeyle. Gökkuşağı desenli ojeyle boyalı tırnaklar farklı kolları işaret ediyordu.

“Gerçeği gösteriyor. Doğru yolu…” dedi. Kadının yükselen kaşlarını görünce “Unut gitsin” dedi ve hızlıca önüne dönerken neredeyse fısıltıyla ekledi; “Nasıl olsa inanmayacaksın…”

“Hemen bozulma ya, şaşırdım sadece. Anlat hadi” dedi tedirgin bakan adama.

“Tut ki inanmadım, ne kaybedersin?”

Sonunda adam sade sodasından bir yudum alıp, “Laplace’ı biliyor musun?” diye sordu dönmeden.

“Yoo, şarkıcı mı?”

“Bir yazılım… Kim, nasıl geliştirmiş bilinmiyor ama netten tüm kullanıcılara açık. Herkesin verisine, resmi kayıtlara, paylaşımlara, görüşmelere ve mesajlaşmalara erişimi var. Tüm bu bilgileri alıp öngörüye dönüştürüyor. Pusulayla da öngörüyü okuyabiliyorsun.”

“Anladım. Seninki tarikat gibi bir şey… Sorun değil bebeğim, bende yargı yok” derken adamın omuzuna dokundu.

Saka kendini geri çekti ve “Hayır, değil. Şöyle düşün, geleceği görmek tüm bileşenlerinin nasıl davranacağını tam doğrulukta kestirmekten başka bir şey değil aslında” dedi.

“Telefonum da yeni bir şarkıyı ya da diziyi seveceğimi doğru tahmin edebiliyor sonuçta ama bu, geleceğimi gördüğü anlamına gelmiyor” dedi kadın. Havada kalan elini geri çektikten sonra daha ciddi bir duruşa geçmişti.

“Aslında o anlama gelir. Tek fark, ulaşılan verinin ve yapılan tahminin kapsamı.”

“Kulağa falcılık gibi geliyor ama ben koç olduğum için böyle şeylere inanmam” dedi kadın gülümseyerek. Saka ise espriyi anlamamış, hararetle konuşmaya devam ediyordu.

“Daha çok bir denklem gibi. Matematiksel bir model ve değişkenleri insanlar… İşlevleri çözersen davranışları tahmin edebilirsin…” Parmaklarıyla, hayali bir denklemin değişkenlerini havaya yazıyordu.

“Tamam, diyelim ki sana inandım. Geleceğimi gördüğümde ona göre davranacağım için o gelecek değişmez mi?”

“Yanlış anladın. Zaten pusula geleceği göstermiyor. O, doğru yolu gösteriyor, olması gereken geleceği…”

“Çok dogmatikmiş. Sen de o zaman elinde pusula, antik çağların seyrüsefercileri gibi gemiyi rotasına sokmaya mı çalışıyorsun?”

Adam metafora şaşırmıştı. “E-evet?” deyiverdi tereddütle. “Sadece ben değilim, onlarcası… Ben yalnızca ne yapmam gerektiğini biliyorum. Yeri belli, zamanımı bekliyorum.” Pusulanın mavi koluna bakmayı düşündü ama gözlerini kadından alamamıştı.

“Şimdi gemi de Nuh’un gemisi ya, insanlık ve her şey içinde. Ya pusula arızalıysa? Ya seni geri dönemeyeceğin bir yola sokarsa?”

Saka irkildi. “Benim nereye gittiğim önemli değil, pusula doğru yolu gösteriyor” dedi sesini yükselterek, sırt çantasını iyice sıkıştıran bacakları acımaya başlamıştı.

“Canım, pusula dediğin doğru yolu göstermez. Sabit bir noktayı gösterir. Amaç oraya gitmek değildir, sen kendini ona göre konumlandırırsın.”

Adam anlamaz gözlerle bakarken kadın yaklaştı ve kulağına fısıldadı. “Seni tanıyorum. Her gün buradasın. Tek başına oturup saatine bakıyorsun. Yolu bildiğini düşünüyorsun ama içinde şüphe var. Biliyorum çünkü biz aynıyız. Kaybolmaktan korkma…” dedi ve geri çekildi. Saka kıpırdamadı.

“Zamanım geldi” dedi sıyırdığı bluzunun altında gizlenmiş saatine bakarak. Saka’nın pusulasına benziyordu. Şaşkınlıktan ağzı açık tam bir şey söyleyecekti ki kadın, “Senin de zamanın geldi” dedi. Gözleri Saka’nın bileğindeydi.

Saatine baktı. Mavi kol harekete geçmişti. Sadece saniyeler vardı. Kafasını kaldırdığında kadın kaybolmuştu. Ayağa fırlayıp sağa sola bakındı, yok… Dizlerinin üzerine çöküp çantasını açtı. Zamanı hızla daralıyordu. Çantanın içindeki silindirin tepesine başparmağını okuttu ve biyogüvenlik kapağını çevirdi. Kilit açılmıştı. Tek yapması gereken, kapağı kaldırmaktı. Tüm kulübe çabucak yayılacak gaz, hızlı ve acısız, kitlesel bir son getirecekti. Mavi kol koşuyordu. Üç… iki… bir…

“Kaldır artık!”

Kapağı yeniden kilitlemiş olan elini çantasından yavaşça çekti. Titreyen bacaklarını desteklemek için bara yaslanıp korkulu gözlerle saatine baktı. Kollar dans edenlerin kollarıymış gibi acımasız açılara savruluyordu. İçinde yükselen dehşet fırtınası beraberinde çok uzaklardan, yıllardır tatmadığı bir hissin rüzgârını da getirmişti. Duraksadı, doğruldu ve yürümeye başladı. Yelkenini dolduran bu kayıp özgürlüğe tutunup yalpalayarak gecenin bilinmezliğine akarken, parıldayan bir toz zerreciğinden farksızdı.

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 213
Bu hafta: 2538
Toplam: 339108