Küçük Kıyamet – Mustafa S. Elitok

7. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması İkincisi

 

“Öğrettiklerimi hatırla, uyarılarımı unutma, o zaman sen kazanacaksın.” diye fısıldadı. Manas hayatında ilk kez ağabeyinin gözlerinde güven görüyordu. Haftalar boyu ağabeyi bu an için Manas’ı çalıştırmıştı. Eli silahının soğuk tetiğini heyecandan sıkıca kavramıştı ve işaret verilmesini bekliyordu.

OysaManas’ın aklı başka yerdeydi. Çocuklar sığınaklarda yaşamamalıydı. Ancak üç yıl önce Büyük Sükût meydana gelmiş; dünyanın bütün kentleri yerle bir olmuş, geriye ise paslı makineler, devasa silahlar, cephaneler, yıkık harabeler ve hemen öncesinde devasa sığınaklarda tüm silahların ve tehlikelerin uzağında güvenli bölgeye yerleştirilen 15 yaşından küçük binlerce çocuk bırakmıştı. Manas da ağabeyiyle beraber sığınaklarda hayatta kalan ve şimdi bu kızıl kumla kaplı çölde yaşamaya devam etmek zorunda kalan çocuklardan biriydi.

Çocuklar gülmeliydi. Ama Manas üç yıldır kimseyi bir kez bile gülerken görmemişti. Sığınağa girmeden önce annesinin umut dolu gülümsemesini artık hatırlamakta zorlanıyordu. Şimdilerde gülümsemenin yerini daha önemli meseleler almıştı. Issız bir dünyada açlıktan ölmemek için yiyecek ve su; uğursuz çöl fırtınalarından korunmak için barınak, geceleri üşümemek için örtünecek bir parça giysi ve elbette, dünyanın tüm acımasızlığı ve yalnızlığı içinde sağlam, tek parça kalmaya odaklanmak, yaşamak.

Çocukların elleri silah tutmamalıydı. Ama şu an, karşı cephesindeki harabeye dönmüş, eski ihtişamından eser kalmamış bir şehrin yıkıntılarına, her biri bir tank namlusu büyüklüğünde dev obüslerle nişan almış düzinelerce çocuktan biri de kendisiydi. Davet her yıl düzenlenirdi. Civardaki çocuk köylerinden 9 yaşına basanlar köyün büyüklerinden öğrendikleri silah eğitiminin ardından ilk Davet’in galibi meşhur Galat’ın çağrısıyla burada toplanır ve en büyük yıkımı kimin yapacağına karar veren bu yarışmada kozlarını paylaşırdı. Kazanana ise şöhret, kudret ve elbette en önemlisi, erzak vardı.

Çocukların ellerinde başka bir imkân yoktu. Tüm oyuncaklar, türlü eğlencelerin düzenlendiği evlerinin önünden geçen sokaklar, panayırlar, akşam babalarının dizlerinin dibinde keyifle dinledikleri hikâyeler artık yoktu. Ellerinde sadece, onca yıkımın ardından nice nasırlı ellerin önündekileri yerle bir etme arzusuyla, üzerinde tıkır tıkır çalıştığı, ağzından ölüm saçan, görünüşünde uğursuzluktan öte bir şey taşımayan yok edici silahları vardı. Bunlar artık bu yepyeni dünyada çocukların yegâne oyuncaklarıydı.

Ama Manas tüm bunlardan başka bir şeyin büyüsüne kapılmıştı. Üç yıl önce sığınaklarda tanıştığı, altın sarısı saçları ve gökyüzünden daha mavi gözleriyle güzel Ariel’in kendisine söylediği sözleri düşünüyordu.

Manas’la ilk tanıştığında bacaklarını kollarıyla kavuşturarak yere oturmuş, başını dizlerine gömmüş ileri geri sallanıyordu. Yanında hiç kimse olmadığından Manas’ın dikkatini çekmişti. Manas da merakına daha fazla dayanamayıp kızın yanına çökmüş, elini saçlarında gezdirerek “Burada hiç böyle renkli saç görmemiştim” diyivermişti.

Kız bir an öylece duraklamış, sonra başını dizlerinden çektiğinde Manas ile göz göze gelmişti. Masmavi gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş, güzel yüzünde gözyaşlarından oluklar meydana gelmişti. Manas kızın gözlerinden kendini alamamıştı. Uzun süre gözlerini süzmüş, sonrasında utanıp geriye sıçramıştı. “Şey, benim adım Manas” diye gevelemişti.

“Ariel” demişti güzel kız. “Burada hiç arkadaşım yok.”

“Ben arkadaşın olabilirim” diye atılmıştı hemen Manas. Heyecandan gözleri parlamıştı.

“Ailemi ve tüm arkadaşlarımı kaybettim” demişti masmavi gözlerindeki acının yoğurduğu o soğukkanlılıkla. “Kaybedeceğim başka arkadaşım olsun istemiyorum. Yaşadığım sürece artık istediğim tek bir şey var. Keşke bir kahraman olsaydı, tüm o silahları sustursaydı. Hepsini yok etseydi. O zaman hiçbir çocuk sığınağa gitmek zorunda kalmazdı.” Böyle demişti Ariel çakmak çakmak gözlerle.

“O zaman yüzün güler miydi?” diye şapşal şapşal soruvermişti Manas. O mavi gözlerin içi gülerken ne kadar güzel olabileceğini hayal etmişti. “Evet” demişti. “Gülen gözlerim sadece o kahramana ait olurdu.” Yok edicilerin yok edicisi kahramana.

Üç yıldır aklında sadece bunun hayalini kurmuştu Manas. Ariel’in gülen yüzünü görmek. Hayır, o gülen yüzün tek sahibi olmak. Gözyaşları ve hıçkırıklarla geçen tüm bu senelerin ardından, sadece kendisine umutla, mutlulukla bakan bir çift mavi mücevherin tek sahibi olmaktı hayali.

“Unutmayın ufaklıklar.” diye seslendi boğuk sesiyle Galat. “Davet, büyüklerimizi yâd etmenin en güzel yoludur. Dünya onlara bırakılan bir oyun yeriydi. Ve onlar oyunlarını oynadılar, kalan parçalarını da küçüklerine, yani bizlere bıraktılar. Şimdi sıra bizde. Bu yeni dünyayı bize bir oyun yeri olarak bıraktılar.”

Galat, iri kıyım cüssesi, ağzında görünen bir tutam dişi, kızıl saçları ve yüzünü kaplayan çilleriyle, fazlaca gelişmiş kocaman bir bebeği andırıyordu. Ağzında pis bir gülümsemeyle kocaman yağ tenekelerini andıran ayaklarını gevşek gevşek atarak bataryaların arasında geziniyordu.

“Gururlanın, sevinin bücürler!” diye böğürdü. “Büyükleriniz size oyuncaklarını bıraktı. Arkalarından sövebilmeniz için talan şehirlerini bıraktı.” dedi eliyle harabe kenti işaret ederek. “Sizi sığınaklara istifleyip daha güzel bir dünya vaadiyle, size bu kızıl çölü bıraktı! O zaman biz de büyüklerimizi gururlandıralım. Mermilerimizi sürelim. Bize bıraktıkları miraslarını yerle bir edelim!”

Tüm bataryalardan sert mekanik seslerle mermilerin namluya veriliş sesleri duyuldu. Tüm bunlar Manas’a yabancı değildi zaten. Üç yıldır çöl bu seslerin yankıları ve ağlama sesleriyle doluydu. Sesleri duydukça nefretle beraber içinde Ariel’in gülümsemesine olan özlemi perçinleniyordu.

İşaret verildi. Galat, olanca kuvvetiyle “ATEŞ!” diye bağırınca, Manas’ın iki yanındaki bir bataryadan gümleme duyuldu. Bir saniye kadar sonra da, karşıdaki yıkık şehrin sağ yakasında müthiş bir patlama görüldü. Şehrin hemen yanı başında dev gibi bir krater ve toz bulutu meydana gelmişti.

“Şehri hedefleyeceksiniz, mankafalar, kırsalı değil!” diye bağırdı Galat. “Yerinizde olsaydım şehri dümdüz etmek birkaç saniyemi alırdı.”

İkinci bir işaret, Manas’ın yanı başındaki bataryanın gümlemesini tetikledi. Bu sefer hedef tam on ikiden vuruldu ve şehrin göbeğinde devasa bir mantar bulutu yükseldi.

“Atom bombası, klasik!” diye bağırdı Galat heyecanla. Sesinden keyif aldığı anlaşılıyordu.

Sıra Manas’taydı. Bu onun tek şansıydı. Ariel şu an etkinliği izlemiyorsa bile haberler köylere hemen ulaşacaktı, bundan emindi. Yok edicilerin yok edicisi kahraman. Ariel’in gülen gözleri. Bunun için her şeyini vermeye hazır hissediyordu.

Heyecandan elleri titremeye başlasa da Manas ne yapması gerektiğini gayet iyi biliyordu. Şehri nişan alması gerekiyordu, ama Manas sadece Ariel’in gülen yüzünü görüyordu önünde. İşaret geldiğinde tetiği çekmesi birkaç saniyelik bir süreçti. Fakat öncesinde namlusunu metruk bir şehrin gölgesine değil de, yetişkinlerin türlü oyunları neticesinde yetim kalıp, şimdi onların izinden koşar adım giden bir neslin yıkılmış siluetine çevirecekti. Son bir gayretle namlusunu kendisinden sonraki bataryalara döndürdü. İçinde son bir ürpertiyle tetiğe asılırken, başardığını fark etti.

Ariel’in masmavi gözleri, öyle güzel gülüyordu ki. Ariel ile birlikte annesinin gülümsemesini de hatırladı. Elini yanağına koymuştu gitmeden önce. “Merak etme” demişti tatlı sesiyle. “Bu son kez olacak. Tüm çocuklarla beraber güven içinde yanımıza geri döneceksiniz.” Bedeninin atomlarına ayrılması bir saniyeden kısa sürecekti belki, ama Manas’ın zihni bir şeyi çok iyi biliyordu. Bir daha hiçbir çocuk sığınakta yaşamak zorunda kalmayacaktı.

 

Etiketler

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 65
Bu hafta: 2390
Toplam: 338960