2222 – Hakan Kilyusufoğlu

3.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü – 2222 – Hakan Kilyusufoğlu
Ben, koltuğunun karşısındaki dev pencereden karanlık boşluğa bakıyordu. Elindeki tabletten film izlemekte olan Aaron’a dönüp, “Sence bu pencerelerin bir amacı var mı?” diye sordu. Aaron kafasını tabletten kaldırmadan, “Teknik olarak yok ama psikolojik olarak iyi hissedeceğimizi düşündüler herhalde. Eğer dışarıyı göremeseydik kapana kısılmış gibi hissederdik. Dışarıda hiçbir halt olmadığı görmek güzel,” dedi. Ben, “Bende tam tersi bir etki bıraktı. Haftalardır hiçbir yere gitmiyormuşuz gibi hissediyorum,” dedi. Aaron yüzünde pis bir sırıtmayla “Yanılıyorsunuz Kaptan, hiçbir şeyin olmadığı yere gidiyoruz! Bu arada ben yüzmeye gidiyorum. Biraz kafa dağıtmak istersen revire beklerim, elimde güzel mallar var!” dedi. Kaptan da ayağa kalktı ve “Ben de geliyorum, o malları da gemideki fıstıkları ayartmak için kullanma artık. Sen tanıdığım en boktan doktorsun Aaron!” dedi. Doktorun cevabı gecikmedi: “Bu geminin kendi kendine gittiğini düşünürsek, sen de tanıdığım en boktan kaptansın Ben!”.
Kaptan Benjamin Bright ile geminin tıp ekibinin başındaki Doktor Aaron Sharma çocukluk arkadaşıydılar. Ben, Aaron’un da bu gemide olmasını özellikle istemişti. Frontier adlı yedi bin kişilik bu koca gemide sadece yüz elli kişilik düzenleyici mürettebat vardı. Temizlik ve yemek gibi işleri yolcular dönüşümlü olarak üstleniyordu. Düzenleyiciler sadece işleri organize ediyordu. Gemiye seçilen yolcular 35 yaşın altında, atletik vücutlu ve psikolojik olarak güçlü insanlardı. Çoğu herhangi bir dine inanmıyordu. Seçici kurul, tepkilerden çekindiği için bunu açıkça duyurmamış ama mülakatlarda dindar olduğunu belirten adaylar elenmişti. Böylece din tartışmaları yüzünden projenin tehlikeye girmesi önlenmişti.
Kaptan Ben odasında dinlenirken aniden kapısı açıldı ve “Kaptan! Rotadan çıktık! Çabuk güverteye!” diye bir bağırış koptu. Ben, yerinden kıpırdamadan kapıya baktı. Az sonra Aaron’un sırıtan yüzü göründü. “Tamam, tamam. Bozuk atma,” dedi ve Ben’in yanına oturdu. Ben, “Aslında dalga geçmekte haklısın, bu koca bebeğin nasıl gittiği hakkında bir halt bilmiyorum. Arada bir bana gösterdikleri renkli düğmelere basıyorum o kadar!” dedi. Aaron araya girerek, “O da bir şey mi? Bana verdikleri bir çubuk var. Hastaların kıçına sokuyorum ve anında hastalıkları iyileştiriyor!” dedi. Ben şaşkın şaşkın bakarken kahkahayı bastı. “Şaka yapıyorum Kaptan! Ama sen yine de bu çubuktan kimseye bahsetme. Sinir olduğum birkaç dallamaya bu tedaviyi uyguladım. Gerçeği öğrenirlerse pek iyi olmaz!”. Ben, Aaron’un omzuna bir yumruk attı ve “İstediğim kişiyi uzay boşluğuna atma yetkim olduğunu unutma!” dedi. Aaron gözleri açılmış bir halde Ben’e döndü ve “Demek sadece kaptan değil aynı zamanda hepimizin başkanı gibi bir şeysin,” dedi. Bu kez Ben kahkahayı bastı. “Saçmalama, böyle bir yetkim falan yok! Ama sen yine de bundan kimseye bahsetme. Kendi kendine giden bir geminin sıkıcı kaptanı olmaktansa istediği kişiyi uzay boşluğuna fırlatabilecek bir lider olmak şimdiye kadar
çok işime yaradı!”. Aaron, “Çok adisin Ben,” dedi. “Ama yaratıcılığın benim çubuktan daha iyi!”.
Ben, ekranlarla dolu güvertede bir şeylerle ilgileniyormuş gibi yapıyordu. Yanına gelen Aaron ile sohbete başladı.
“Bütün bu olan biten hakkında ne düşündüğünü bana hiç söylemedin Aaron.”
“Beni bilirsin, ciddiyet bana göre değil.”
“İnsanların her şeyi nasıl bu kadar çabuk kabullendiğini anlayamıyorum.”
“Adaptasyon türümüzün en güçlü özelliğidir.”
“Mesajın geldiği günü hatırlıyor musun?”
“21 Haziran 2040. İnsanlık tarihinin en önemli günü.”
“Üzerinden beş yıl geçti ve işte ilk gemiyle yoldayız.”
“İkinci parti gemilerin gelmesi ne kadar sürer?”
“Biz indikten sonra altı ay içinde beş gemiden toplam otuz beş bin misafir ağırlayacağız.”
“Toplamda kaç gemiye ulaşırız sence?”
“Yaklaşık 160 yılımız kaldığına göre, tek bir gemi seksen sefer yapmış ve beş yüz altmış bin kişiyi taşımış olacak. Vaktimiz sona erdiğinde sekiz bin gemiyle yaklaşık dört buçuk milyar insan taşımış oluruz.”
“Görünmez kurtarıcılarımız Sekizler’e aynı anda mesajlarını gönderdikten sonra olanları düşünüyorum da… İsteseler gemilerine doldurup hepimizi götürebilirlerdi. Yani bu iş onlar için çocuk oyuncağı olmalı. Ama öyle yapmadılar. Ne yapmamız gerektiğini söyleyip, anlayamadığımız bir teknolojiyi de kucağımıza bırakıp çekip gittiler.”
“Sekizler’i neye göre belirlediler acaba?”
“En basit açıklaması uzaya çıkmayı başarmış olanları seçtikleri. Fransa, Arap ülkelerinin proje dışında kalmasını istedi. Japonya kimseyle konuşmadan kendi projesini yürütüyor. Çin, kendi halkının taşıması bitene kadar diğer halklarla ilgilenmeyeceğini açıkladı. Amerikan hükümeti şimdiden yeni gezegenin para sistemi konusunda düzenleyici olmaya çalışıyor. Rusya, Orta Asya’daki komşuları için tek bir kelime etmiyor. Hindistan’ın tek derdi Pakistan’dan kimsenin gitmemesi! Brezilya, Orta Amerika ülkelerinin yükünü çekmek istemiyor. Güney Kore, kuzeyli soydaşlarını istemiyor. İlginç bir şekilde projesine Türkiye’yi dahil etti. Ve bütün dünya Afrika kıtasında kimse yokmuş gibi davranıyor!”
“Bizden çok üstün bir ırk 162 yıl sonra Dünya yok olacak, şu gemileri yapın ve şuraya gidin diyor, bizim verdiğimiz tepkiye bak!”
“Belki elli, altmış yıl sonrasının yöneticileri şimdikiler kadar ahmak olmaz.”
Aaron odasında film izlerken Ben aceleyle içeri girdi ve “Çabuk ekibini topla!” diye bağırdı. Aaron, “Ne oldu kaptan? Hepimizi 28 gün içinde öldürecek bir virüs salgını mı başladı? Benim çubuk her şeyi halleder, merak etme,” dedi. Ben ona doğru ilerleyerek elindeki tableti uzattı. Aaron’un yüzündeki gülümseme birden
kayboldu. “Bunu şimdi mi söylüyorsun?” diye çıkıştı. Ben, “Anlaşılan bugün bana iletilmesi için önceden programlamışlar,” dedi ve ikisi birden aceleyle odadan çıktılar.
İki saat sonra konferans salonundaydılar. Ben söze başladı: “Arkadaşlar, az önce bugün iletilmek üzere programlanmış bir mesaj aldım. Birazdan özel görevimizi açıklayacağım,” dedi. Işıklar kapandı ve ekranda bir görüntü belirdi. “Bu gördüğünüz yeni görevimiz. Görünmez efendilerimiz bizi buraya gönderirken bir de ev ödevi vermişler!”
Ekranda görülen şey insanı andıran ama bazı tuhaflıkları olan bir canlıydı! Boyu bir buçuk metre civarındaydı, kulakları çok küçük, gözleri ise insan gözünün iki katı kadardı. Ayakları normal görünüyordu ama elleri çok büyüktü ve dört parmaklıydı. Basık burnu ve büyük ağzıyla sanki gülümsüyormuş gibi görünüyordu. Aaron sözlerine devam etti: “Yeni arkadaşlarımız henüz sözlü iletişim kuramıyorlar ama basit aletler kullanabiliyorlar. Bizden ayrılan en büyük özellikleri,” dediğinde ekipten biri “Eller ve gözler,” diye araya girdi. Aaron, “Hayır,” dedi, “Tamamen barışçıl olmaları!”.
Ben sözü devraldı: “Buradaki varlığımızın başlamasıyla birlikte bizden istenen şey, yeni dostlarımızın gen haritasını çıkarmak ve evrim yolculuklarında onlara biraz torpil yapmak!”
Toplantı bittikten sonra yalnız kalan Ben ve Aaron ekrana bakmaya devam ediyordu.
“Hmm, öncelikle boylarını biraz uzatırız, kulaklarını biraz büyütürüz, gözler kesinlikle daha küçük olmalı.”
“Ne o? Şimdi de Tanrıcılık mı oynuyorsun?”
“Dur daha bitmedi. Bunları düzgün bir forma sokup zekâ seviyelerini artırdığımızda bizimkilerin kısmetini kapatmasınlar diye harika bir planım var. Çüklerini küçücük yapacağım!”
“Aaron, sen tanıdığım en boktan Tanrısın!”
“Bizi vadedilmiş topraklara sen getirdin Ben. Sen de tanıdığım en boktan peygambersin!”
                                          Son

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 227
Bu hafta: 1963
Toplam: 345337