Sapma – İsmail Çakır – 2.

 

10. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması İkincisi

Üç dakika on yedi saniye daha aynı hızla yürüyebilse okulun kapısına ulaşacaktı.  Sırtından giren kurşun kaburga kemiğini ve kalbini parçalayarak beyaz gömleğinden dışarı çıktığında Reşat öğretmen olup biten her şeyden habersiz okuluna gidiyordu.  Kaldırımın kenarındaki su birikintisine düşen kafasında neler olup bittiğini anlama şaşkınlığı vardı. Kaldırımın kenarındaki granit taş kırıktı ve siyah ceketi kirlenmişti. Göğsündeki acının kaynağını anlayacak kadar yaşayamadı da üstelik. Birisini ayak seslerini duydu. Yardım istercesine elini kaldırmaya çalıştı.  Yanından geçen kişi hiç durmadı oysa. Reşat öğretmen gözünde bir an sadece gri bir tulum ve belinde anahtar kalabalığı taşıyan birini görür gibi oldu.  Son düşündüğü öğrencileriydi. Onların yüzleri aklından geçti.

  Reşat öğretmenin vücudundan çıkan kurşun mahallenin tek eczanesi ile hırdavatçının arasındaki sıvası dökülmüş tuğlaları gözüken duvarda eğreti duran mavi kapıdan geçip gitti. Kurşunun hiç sesi duyulmamıştı. Olayı gören sadece bakkalın dükkânından kovaladığı tekir kedi olmuştu. O da hiç durmadan kaçıp gitti.  Gri tulumlu anahtarlıklı adam hiç bir şey olmamışçasına mavi kapıdan geçti ve içeriden kapıyı kilitledi.  İnsanlar yerdeki ölü adamı bulup ambulans çağırdıklarında tuğla duvarda bir kapı yoktu.             

***

  Gıyaseddin Ebu Şekli Efendi, hikmet ve ilim bahşedilmiş bir veli sayılıyordu yakın beldelerde. Gerçi ünü İstanbul’a saraya kadar ulaşmıştı.  Yüksek bir tepenin üstüne kurduğu tekkesinde on yıl içerisinde bin kadar talebe edinmişti. Tekkenin kurulduğu ağaçlık, yakacak ihtiyacı için kullanıldıkça yıllar içerisinde tükenmiş. Bina sivri kubbesi ile çıplak kalmış tepenin zirvesi gibi gözükmeye başlamıştı.  Kurşun ona ulaştığında günlerden 2 Ekim 1756 idi.  Kuşluk vakti müritleri önceki günkü yağmurda çamur nehri halindeki tekke yolunda paçalarını sıvayarak gelmiş ve siyah fistanlarını giyerek dersi beklemeye başlamışlardı.  Gıyaseddin efendi tekkenin yan tarafındaki sekiz hatunlu hareminden çıkıp tekkenin girişine geldiğinde onu çamurlu bir çarık ordusu bekliyordu. Çarıkların üzerinde basa basa içeriye girdi. Üzerine bastığı bu çarıkların sahipleri kim bilir bir velinin ayağı çarığıma değdi diye ne kadar sevinecekti.  Rahlesinin başına yerleşip talebelerinin ilahisini bitirmesini bekledi. Bir müridini giyim kurallarına uymadığı için eleştirip şeklin inançtan neden daha önemli olduğuna dair bir kaç kıssa okuduktan sonra asıl gündemine geldi. Veli bir zata kız vermenin ne büyük bir sevap olduğunu anlattı uzun uzun. Anlatırken sürekli yakındaki kasaba eşrafından Hasan ağanın gözlerine bakınıyordu. Hasan ağanın on dördüne yeni giren kızı esmer güzeli Zeynep’i istemişti aslında daha önce. Vermeye verecekti Hasan ağa ama onun da bazı istekleri vardı. Hasan ağa için konuyu fazla dolaştırmadan etrafta yaşayan zındıkların, Yahudilerin ve tekkeye riayet etmeyenlerin mallarının müritlerine neden helal olduğunu anlatmaya başladı. Bu sırada tekkenin olmayan bir kapısını açtı garip gri giysileri olan bir adam.  Kurşun havada sonsuz uzunlukta bir ışık çizgisi bırakarak Gıyaseddin efendinin alnından girip, kafatasını paramparça etti. Öyle ki yakınlarında oturanlar beyin ve kan parçalarıyla adeta boyandılar.  Gri giyimli adam diğer taraftaki kapıdan geçip dışarıdan kilitledi. 

                                                                         ***

  Beş Ağustos 483 sabahı İznikli çiftçi Leo tarlalarına bakan tepede azimle kazmasını sallıyordu.  Babasından kalan onca toprakla oldukça varlıklı sayılırdı. Onca yanaşması olmasına rağmen kimseye güvenmediği için tek başına gelmiş çalışıyordu işte. Tarlalarını sulayan derenin dağın yamacındaki kaynağına gelmiş kendince bir ark hazırlıyordu. Bütün planı derenin yatağının yönünü yamacın doğuya bakan eteğine yönlendirmekti.  Sulama suyu için kardeşiyle kavga etmiş ve Derebeyi derenin suyu kimin tarlasına önce giriyorsa sulama önceliğinin onda olduğunu söyleyerek göndermişti huzurundan.  Eğer başarabilirse artık öncelik onun olacaktı.   Bir ara kafasını kaldırıp etrafına baktı. Sonra beyaz bir ışık huzmesi gördü. Karşı ki dağdan gelip kendinden daha doğrusu boynundan geçiyordu. Ondan sonra yere düştü Leo, ölene kadar vücudunu hissetmedi. Ölmeseydi ertesi gün kardeşiyle yine su kavgası yapacak ve onu hançerleyerek öldürecekti. Arkasındaki dağın bir kapısı yoktu, kurşun dağın içinden geçerken büyük bir iridyum kütleye isabet etti. Bu çarpışma kurşunun planlanan rotasından bir milimetrenin on üzeri yirmi altı da biri kadar sapmasına neden oldu.

***

  Milattan dört buçuk milyar yıl önce kurşun güneş sistemindeki altıncı gezegenin en büyük uydusuna çarptı. Kütlesi sonsuza yakınlaşmıştı. Çarpma ile uydu patladı. Bu bile kurşunu durdurmadı. Samanyolu’ndan çıkıp yüz milyar ışık yılı uzaktaki bir karadelikte durabildi ancak.

***

Perşembe sabah saat dokuzda kozmos denge komisyonu düzenli toplantı için bir araya gelmişti. On bir üye ipek togalarını giyinip yerlerini almışlardı.  En son EADE (Evrenler arası düzen ekibi) lideri Feris tuhaf gri elbisesi ile toplantıya katıldı. Üyeleri bir reverans hareketi ile selamladıktan iki elinin üçer parmağı arasına aldığı raporu okumaya başladı.

“Sayın komisyon üyeleri!”

“Bildiğiniz üzere paralel evrenlerdeki büyük yıkımların evrenimizde tetiklediği kaotik entropiyi düzeltmek için yaptığımız evrenler arası geçitte ilk operasyonumuzu yapmış bulunmaktayız.  Evrenler arası geçit kapılarını bizzat kendim yöneterek, evrenler arası mermiyi ateşledik.”

Üyeler dikkatli bakışlarla Feris’i takip ediyorlardı.

“Yüz seksen altı bin üç yüz yetmiş ikinci evrende güneş sistemini yok eden bombayı üreten fizikçinin toplum düşmanı eğilimlerine ilkokul öğretmeninin tacizlerinin neden olduğunu çözümledik ve ilk hedef olarak bu kişiyi ortadan kaldırdık.  Söz konusu evrendeki paralel güneş sistemi kurtuldu ve sonuç olarak kuantum düzeyimizde ki kaotik entropi yaklaşık on milyonda bir azaldı. Bunun sonucu zamanın geçişinde yavaşlık olarak algılamaya başladık bile.”

Üyeler Feris’i alkışladılar.

“On iki milyon iki kırk beşinci evrende dünya üzerindeki hayatın sonlanmasına neden olan sapkın topluluğun ilk öğreticisini ortadan kaldırdık.  Bu evrendeki hayatın devamı ile entropimizde bir bölü on üzeri on bir oranında düzelme oluştu. “

Feris rapordan başını kaldırmadan okumaya devam etti.

“Yedi yüz yetmiş beşinci evrende bir akarsuyun yatağının değişmesine neden olarak, akarsuyun radyoaktif mineraller içeren yeni bir yatağına akmasına ve mutasyonlarla gezegendeki hayat akışına büyük ölçüde neden olan kişi engellendi. Bu enrtropimizde tespit edebildiğimiz minimum miktardan düşük de olsa düzelmeye neden olduğuna inanıyoruz. Yalnız bu evrende evrenler arası mermimiz büyük bir iridyum kütleye çarparak uzay zaman bükülmesinde hesapladığımız rotanın biraz dışına çıktı ne yazık ki”

“Bu çarpmanın sonuçları nedir?” diye sordu komisyon başkanı.

“Mermi hesapladığımız gibi karadelikte son buldu. Fakat yok olma rotasında sıfırıncı evrende güneş sisteminin altıncı gezegeninin en büyük uydusunu yok etti ne yazık ki. Uydu patlama sırasında bükülmenin etkisiyle gezegen etrafında bir halka meydana getirdi ve ne yazık ki bilim insanları uzun süre bunun sebebini çözmeye uğraşacak.”

Komisyon üyelerinden biri önündeki raporun kopyasına baktı.

“Güzel gözüküyor, bizimkinde de olsa keşke” dedi.

Tüm komisyon üyeleri gülüştüler.

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 1030
Bu hafta: 1920
Toplam: 290599