Zaman Ayracı – İsmail Turhan
5. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü
“Bir gün sana neden geldin diye soracağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Senin için ailemi karşıma aldım, kariyerimden vazgeçtim. Neden? Yeter ki her akşam bana gel diye. Ama Nazım bu akşam neden geldin neden?”
Kadının yüzünü keder kaplamıştı. Bir yandan uykuya yeni dalmış olan çocukların uyanmaması için olabildiğince kısık bir yandan da tüm öfkesini kusmak istercesine hızlı ve tiz bir sesle konuşuyordu. Nazım‟ın gözleri kadının titreyen ellerine takıldı. Onları avuçlarının arasına almak ve sevdiği kadının acısını dindirmek isteğiyle doldu içi.
Bu arada Ceyda artık sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve bağırarak konuşmaya başlamıştı.
“Anlıyorum kızına âşık her baba gibi hayal kırıklığına uğradın ancak bizim suçumuz neydi? Hadi kendimi geçtim senin gözlerinin içine bakan bir de oğlun var. Onu da bırakıp gittin.
Nazım, gözyaşlarına boğulan Ceyda‟yı sakinleştirmek için biraz önce yapamadığı şeyi yaparak ellerini tutup avuçlarının arasına aldı.
“Tamam, sakin ol. Her şeyi açıklayacağım yeter ki bana bir fırsat ver. Şimdi gidiyorum ama yarın mutlaka konuşmalıyız. Sana anlatmam gereken çok önemli şeyler var.”
Nazım kanepenin kolçağında duran ceketini alıp kapıya doğru yöneldiği sırada zil çaldı. Yılların verdiği alışkanlıkla kapıyı açınca elinde bir buket çiçek tutan uzun boylu, ince yapılı bir adamla burun buruna geldi.
Ceyda, Nazım‟ın önüne geçerek adamı içeri davet etti. Bu arada Nazım‟a dönerek açıklama yaptı: “Toprak‟ın öğretmeni, Selim Bey.”
Nazım, Selim Bey‟in “iyi akşamlar” diyerek uzattığı eli sıkmadan evden çıktı. Asansöre yöneldi ve düğmeye basarak kata gelmesini bekledi. Hayatının bu en uzun birkaç saniyesinde arkasından gelen Ceyda‟yı fark etmemişti bile.
“Beni suçlamaya hakkın yok Nazım. Yağmurun hastalığı ilerledikçe evden ayağını kesen sendin. Önceleri birkaç gün gelmeyişlerini önemsemedim ama sonraları her gittiğinde haftalarca gelmez oldun. Bizden öyle koptun ki boşanma kararıma bile tepki göstermedin. Şimdi boşanmamızın üzerinden altı ay geçmişken birden ortaya çıkıp beni yargılayamazsın.”
Nazım bir anda irkildi. Hiç beklemediği bu ses ve konuşma garip bir şekilde içini rahatlatmıştı. Bu arada kata gelen asansörün otomatik kapısı açıldı. Kapının kapanmasını engellemek için ayağını araya koydu.
“Yağmur‟un sen hayatta olduğun sürece yaşayacağını bilmek ister misin?”
“Ne!”
“Hiçbir ebeveyn çocuklarının öldüğünü görmemeli. Eğer sen de istersen ömrün boyunca kızımızın yaşadığına şahit olacaksın. Ancak her güzel şey gibi bu da bedelsiz değil.”
Asansörden içeri girerek sıfıra basan Nazım, Ceyda‟nın şaşkın bakışlarına aldırmadan devam etti: “Sen de bu bedeli ödemeye hazırsan yarın saat üçte üniversiteye gel.”
***
Konferanstan çıkan Nazım tebrikleri kabul edip arkadaşlarının ısrarlı yemek tekliflerini ustaca savuşturduktan sonra hızlıca odasına yöneldi. Şimdiden yirmi dakika geç kalmıştı bile. Bir zamanlar dakiklik konusunda ne kadar saplantılı olduğunu hatırlayınca yüzünde istemsiz bir tebessüm oluştu. Öyle ki artık bırakın saniyeleri, dakikaları; ayların hatta belki de yılların bile hükmü kalmamıştı. Ceyda‟nın içeride olduğunu umarak kapıyı açtığında derin bir oh çekti içinden.
“Geç kaldığım için özür dilerim.”
“Sadece yarım saat, sen buna geç kalmak mı diyorsun?”
“Mizah yeteneğinin yerinde olduğunu görmek güzel ama şimdi ciddi şeyler konuşmamız gerekiyor.”
Nazım eliyle masanın önündeki sandalyelerden birini gösterdi. Ceyda oturunca kendisi de karşısına oturdu.
“Olabildiğince açık ve hızlı anlatmaya çalışacağım. Kızımızın durumu malum: Bütün yöntemleri denememize rağmen hastalığın olağan seyri devam ediyor. Dördüncü evreye geçtiğinde işimiz Allaha kalır.”
“Senin olmadığın aylar boyunca bu işlere ben baktım. Bana bilmediğim bir şey söyle.”
“Tamam, laf sokmak için fırsat kollama hemen. Bilmediğin bir şey mi istiyorsun dinle o zaman. İlik naklinden sonra Yağmur‟un hastalığının nüksettiği günlerdi. Şu bilgisayarın başında oturup internette dolaşıyor hastalık hakkında araştırma yapıyordum. Posta kutuma düşen bir iletiyi o sırada fark ettim. Normalde yabancı kaynaklardan gelen e-postaları açmam. Ancak “Yapay Kütleçekim Alanları” başlığı hemen dikkatimi çekti. Laboratuar şartlarında yaratılabilecek bir nevi kara delikten bahsediyordu. Üstelik bu mini kara delik uzun süre kararlı kalabiliyordu.”
Nazım hayatın sırrını açıkladığını düşünerek heyecanla ve ellerini açarak Ceyda‟ya baktı. Ancak boş boş bakan bir çift göz karşısında hayal kırıklığına uğradı.
“Yani?”
“Yanisi e-postadaki bilgilerden yararlanarak bu kara deliği yapmayı başardım.”
“Çok güzel, tebrik ederim de bunun Yağmur‟la ne alakası var hâlâ anlamadım.”
“Bitirmeme izin ver lütfen. Bu düzeneği Akyurt‟taki bağ evinde kurdum. Bildiğin gibi kara delikler yoğun kütle çekimleri nedeniyle çevrelerindeki uzay-zamanı bükerler. Bu nedenle kara delikler çevresinde zaman daha yavaş akar. Hesaplamalarıma göre bizim bağ evinde yaşayacak bir insan için, günün yüzde yetmişini kara delikle aynı odada yüzde otuzunu da en
fazla bahçe sınırlarına kadar olan bir alanda geçirmek şartıyla zaman ortalama olarak yirmi sekiz kat daha yavaş akacak.
Nazım, Ceyda‟nın anlamsız bakışlarına aldırmadan devam etti:
“Kısaca, Yağmur burada benimle yaşasın diyorum. Üniversitedeki kürsümü bırakıp onun tedavisiyle ilgilenirim. Bankadaki birikmiş param bize yeter. Ne de olsa yirmi sekiz kat daha az paraya ihtiyacımız olacak. Üstelik kemoterapi ve kontroller için hastanede olacağımız süreler boyunca onu sen de görebilirsin. Bu süre zarfında hastalığın tedavisinde yeni ve etkili yöntemler mutlaka bulunacaktır. Bir nevi zaman ayracı olacak bu kütle çekim alanı. Şimdilik parantezi sadece açacağız. Belki bir gün kapatırız belki de hiç birleşmeyecek bir yol ayrımına girmiş oluruz. ”
Ceyda, Nazım‟ın konuşması boyunca elinde olmadan kafasında işlem yaptığını fark etti. Yağmur için bir yıl geçtiğinde kendisinin ve Toprak‟ın kaç yaşında olacağını hesaplamaya çalışıyordu. Sonra yaptığı şeyin ne kadar aptalca olduğunu anlayıp kendine kızdı.
“Dur bir saniye! Şimdi tüm bu anlattıklarına inanmamı mı bekliyorsun?”
“Yani inansan kabul edeceksin öyle mi? O zaman sorun yok çünkü inandırmak işin kolay kısmı. Bu akşam çocukları alıp bağ evinde kalır yarın döneriz. Tek sıkıntın Toprak‟ın okula bir ay neden gelmediğini açıklamak olur.”
“Hadi ama altı ay sonra karşıma bu hikâyeyle mi çıkıyorsun?”
“Altı ay değil beş gün iki saat. Telefonumda kayıtlı, al bak istersen. Bu e-posta gayet geçerli bir kanıt değil mi?
Ceyda, eski kocasının uzattığı telefonu alıp e-postaya gönülsüzce göz attı.
“ Bir sürü fizik terimi ve sayfalar dolusu matematiksel formüller. Böyle bir şeyden ne anlamamı bekli…”
Ceyda bir anda sustu. Kısa bir aradan sonra yüzündeki şok ifadesiyle ve kekeleyerek devam etti:
“Bu posta “ncty2008@gmail.com” hesabından gelmiş. Toprak‟ın öğretmeni geçen yıl ödev olarak her öğrencinin kişisel bir e-posta hesabı açmasını istemişti. Ödevi beraber yapmıştık. Kullanıcı ismi olarak da büyükten küçüğe doğru hepimizin isimlerinin baş harfleri ve onun doğum yılını belirledik. Yani “ncty2008‟.”
Nazım konuşmak için dudaklarını belli belirsiz açtı ancak söyleyecek bir şey bulamadı. Odayı derin bir sessizlik kaplamıştı. Aralarındaki zamansal bağın kopmasından önce belki de son kez aynı anın yoğunluğunu hissettiler.
Son
Etiketler Bilim kurgu Kısa öykübilimkurguBilimkurgu romanKısa ÖyküTürk bilim kurgu romanTürk Bilimkurgu RomanYerli bilimkurgu roman
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Üzgünüz - Yoruma Kapalı
Son Yorumlar