Ölümcül Şans – Seray Soysal

3. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması – Ölümcül Şans – Seray Soysal

Sayısız ışık yılını, sarmalları, parıltıları ve diyarları geride bırakan seyahatlerim sırasında kendimi o diyarda bulmam en büyük şanssızlığımdı. Binlercesinin ölümüne sebep olan o manzarayı düşüncelerimden atamıyorum. Onları kendi diyarlarında bırakıp gidebilecekken niçin bize kucak açan bir toplumun katliamının mimarları olduğumuzu hala anlamıyorum. Yaşamak adına çıktığımız uzun yolculuk bir vahşetle noktalanmıştı. Nasıl bir toplum yaşam bulmak için yola çıkıp ölüm saçabilirdi? Bizim toplumumuz…
Keşfedilmeyen birçok yaşamın olduğu bu devasa evrende ayakta kalmaya çalışan bir diyardan başka bir şey değildik. Amacımız sadece türümüzün yitip gitmemesi için başka yaşam formlarıyla iletişime geçip, anlaşmalar yaparak yaşamımızı sürdürmekti. Eğer evrenin ne kadar büyük olduğunu biliyorsanız, ne denli acınası bir savaş içinde olduğumuzu anlamanız muhtemeldir fakat bu savaş asla ırkların ölümüyle alakalı değildi ve olmamalıydı da. Yaşam bilindiği üzere öyle çabuk vazgeçilecek bir şey hiç olmamıştır. Evrendeki en küçük yaşam formu bile hayatta kalmak için elinden geleni yapar. Biz de türümüz için elinden gelenin en iyisini yapmak adına evrene gönderilmiş yüzlerce gemiden sadece bir tanesiydik.
Niçin yaşamak için bu kadar zahmete girdiğimiz ise bana hep ironik gelmiştir. Bilimciler olarak toplumumuzun gelişmesi, refaha ve daha iyi şartlara sahip olabilmesi için yüzyıllardır çalışıp durduk. Her bulduğumuz icat bizi heyecanlandırdı ve yaşantımızı daha da kolaylaştırdı. Teknoloji geliştikçe daha fazlasını istedik, daha fazlasını istedikçe daha fazlasını elde ettik. Bu gelişim yüzyıllar boyunca sürüp gitti. Bazen teknolojinin bu denli büyük gelişimi ve buluşlar biz bilimcilerin bile şaşırmasına sebep olurdu. Ancak gelişmiş zekamız ve sonsuz hırsımız diyarın sonunu getirdiğimizi görmemizi engelledi. Daha fazlasını isterken bir hiçliğe dönüşeceğimizi görmekten yoksunlaşmıştık.
Uçarı araştırmalarımız, evrenin acımasızlığı ve doğanın intikamıyla birleşince yaşadığımız diyar durdurulamaz bir keşmekeşe sürüklendi. Diyarın her karışında farklı bir felaket türümüzü yok olmakla tehdit ediyordu. Yıkıcı fırtınalar, aşırı sıcaklar ve soğuklar, dehşetengiz yer sarsıntıları, toprak kaymaları, zehirleyen gaz bulutları çok geçmeden diyarın yarısından fazlasını yok etmişti. Bu kontrol edilemez felaketler sonucunda yer altındaki sığınakları daha da derinleştirip hayatta kalmaya çalışıyorduk fakat sarsıntıların şiddeti ve sıklığı yüzünden yaşamak çok zorlu oluyordu. İşte tüm bunlar bizim bu koca evrendeki acınası yaşam savaşımızın başlatan etkenlerdi. Her şeyi yönetebileceğini sanan biz bilimciler, kendi egomuz altında ezilip korkuya kapılmıştık.
Diyarda yaşamayı başarabilenler birlik oldular. Bu ileri gelenlerden oluşan topluluk bizim yolculuğa çıkmamıza sebep olan kararı da vermiş olanlardı. Karara göre; yaşam ekipleri oluşturularak evrene gönderilecek ve diğer yaşam formlarıyla bir anlaşma yapılacaktı. Ne zaman ki güvenlik konusunda bir tehlike kalmazsa halkımız da o diyara göç edecekti ya da yaşanabilir boş bir diyar bulunacaktı. Tüm bu karmaşa içinde yaşam ekipleri hızla toplanmaya başladı.
En bilgili kişiler gemilerin yönetimini elde ederken daha alt toplumlar basit amaçlar için görevlendirilmişti. Çeşitlilik bu birlik için önemliydi fakat her zaman olduğu gibi üst sınıflar çoğunluğu oluşturuyordu. Diyardan ayrılan her gemi büyük umutlar ile yolculuğa başlamıştı. Bazıların umut yolculuğu kısa sürede son bulurken bazıları da bir umuda erişmenin mutluluğunu yaşadı fakat her şey hayal olmaktan çok ötedeydi.
İlk diyar seyahatinden sonra umut yolculuğu, alt kesim için ıstırap yolculuğuna dönüşmüştü. Üst sınıfların planlarının korkunçluğu durumun vahametini gözler önüne seriyordu. Her bulunan diyarın türümüze uygun olup olmadığını anlamak için alt sınıftan bir kişi gemiden atılıyordu. Gördüklerim beni inkar edemeyeceğim kadar dehşete düşürmüştü. Kimi bir anda alev alıyor kimi ise birkaç an
ayakta durup bir rüzgar gibi dağılıyordu. Bunlar belki de feryatlar içinde uzun süreler boyunca yalvaranların yanında bir hiçtiler.
Gerçek duru bir su, parlak bir ışık gibi ortadaydı. Ya bu devasa, göz kamaştıran karanlıkta yaşayacak bir diyar bulacaktık ya da bu karanlık bilinmezliklerde ölerek hiçlikteki yerimizi alacaktık. Her seyahat ve her keşfedilen diyar kimilerimiz için bir umut olmaktan çıkmış işkenceye dönüşmüştü.
Evrende geçirdiğim seyahatler boyunca artık çoğu şeye emin olamıyordum. Diyardaki felaketler gerçekten bilimin ve doğanın bir sonucu muydu yoksa planlanmış bir katliam mıydı? Yaşamla ölüm arasındaki o karanlık boşlukta doğru bir cevap bulmak her an zorlaşıyordu. Neyin doğru neyin yanlış olduğu bile iç içe girmişti. Kimileri yaşamak için bazılarımızın fedakarlık etmesi gerektiğini savunurken kimilerinin ödediği bu bedel fedakarlıktan çok daha ötesiydi.
Nihayet daha sonraları kabuslarımı süsleyecek fakat ilk zamanlar en güzel rüyalarımın bir parçası olan o diyara ulaştık. Buraya bizler “Pitulas” adını vermiştik. Burada ilk kez değişik yaşam formlarıyla karşılaşmıştık ve bize karşı hiç de saldırgan olmayan bir tutum sergilemişlerdi. Yine de görev oldukça belliydi; güvenlikten emin olunana dek hiçbir bilgi iletilmeyecekti.
Onlarla iletişim kurmak başlarda kolay olmamıştı ama yardımsever yapıları ile bu engeli çok çabuk aşmayı başarmıştık. Derileri bizim diyarın toprakları kadar koyu ve gerçek dışı görünüyordu. Dış görünüşleri ve iskelet yapılarını kendimizinkiyle karşılaştırdığımızda bariz benzerlikler görüyorduk. Yıllarca evrende tanrısal güdülerle yaşamış bizler için bu gerçeküstü bir tecrübeydi.
Her şeyin yolunda gidiyor olması içimizdeki umut tohumlarını yeniden filizlendirmişti. Bir kısmı için bu filizler oldukça güçsüz ve kusurluydu. Yine de yaşamak için bir diyar bulmuş olmakla yetinebiliyorduk.
Uzun süreler boyunca onlara bildiklerimizden birçok şey öğrettik. Bizler de onlardan birçok şey öğrendik ve kısa sürede iki farklı yaşam formu olarak uyumu yakalamıştık. Fakat… O büyük şanssızlık gününde gökler bile karanlık bulutlarla kaplanmıştı.
Kendilerine “Maya” diyen bu diyar halkını, kendi diyarımızdan gelen bir talimat doğrultusunda katlettik. Daha doğrusu ileri gelenler ve üst sınıflar onları acımadan katletmişti. Ve bir kez daha teknolojimizin vahşi yüzüyle sarsılmıştım. Bizler yaşamayı hak eden bir tür olamayacak kadar acımasızdık. Kendimize olan acımasızlığımızdan daha fazlası da başka yaşam formları için geçerliydi. Bizler evrendeki en tehlikeli teknolojileri bulmuş Maya’lıların deyimine göre “dış dünyalılar” idik. Geçmişimiz çok geçmeden bu yaşam formlarına yaptığı eziyeti unutacak ve yeni bir yaşam formu bulmakla övünecekti.
O gördüğüm katliamın izlerini bir hiçlik olsam bile unutabileceğimi sanmıyorum. Yüzyıllar sonra bile yaşayacak olan hafızam türüme bu katliamın dehşetinden bahsedecek ve hatıralarım bile acı içinde varlıklarını sürdürmeye devam edecek.
Katliamın bizde bıraktığı çarpıcı etkiden kurtulmaya çalışırken çoktan diğer bir geminin bulduğu başka bir diyara yolculuğa çıkmıştık. Çok geçmeden bu yeni diyarın Pitulas diyarının hemen yakınında olduğunu anladım. Geriye kalanlarımız da diyara ulaştığında birlik yeni kararlar almaya devam etti. Bunlardan benim için en katlanılmaz olanı ise şüphesiz Pitulas gezegeninin sürekli gözetlenecek ve gerekli durumlarda tereddüt edilmeden müdahale edilecek olmasıydı. Ve bizler yine egomuzun ışığında kendimizi tanrılaşmaya çok çabuk adamıştık.
                                                               Son

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 104
Bu hafta: 216
Toplam: 341749