Teknik Destek – Selahattin Başboğa – 1.
10. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Birincisi
PESA, tam adıyla ‘Paralel Evrenler Seyahat Acentesi’ sizlere farklı paralel evrenleri ziyaret etme şansı tanıyan bir gezi şirketidir. Nasıl yaptılar bilmiyorum ama bilim insanları yoğun çalışmalar, sonsuz simülasyonlar ve deneylerle geçen uzun yıllardan sonra paralel evrenlere seyahat etmeyi başardılar.
İş adamları da bunu vakit kaybetmeden paraya çevirdiler…
PESA Durağı denilen ufak bilgisayarlar artık yeni modaydı ve herkes ömrünün geri kalanında borç ödemeyi göze alarak bile olsa ona sahip olmak için yanıp tutuşuyordu.
En başta cihazların kullanımın son derece kolay olduğu düşünülüyordu; doğru filtreler ile istenilen aramayı yaptırarak istediğiniz paralel evreni (ya da ona en yakın olanını) buluyor ve şirket sunucularına bağlı taşıtlar sizleri belli noktalardan alıp götürüyordu.
Gördük ki o kadar da kolay değilmiş. Bu yüzden yolculukların çok daha güvenli bir hale getirilmesi, hem buranın hem de diğer evrenin mevcut düzenin korunması için PESA Teknik Destek Hattı kuruldu… Yirmi yedi yıl önce benim doğduğum yılda hayatımıza giren bu meslek dalı son dört yıldır hayatımı karartmaya yemin etmişti; azıcık bir maaşla, terfi almadan, birçok zor işi benim yapmama rağmen doğru düzgün izin bile kullanamadığım için artık kendimi kovdurma konusunda son derece kararlıydım.
Son bir saattir hattın diğer ucunda konuşan adam benden daha kararlıydı.
“Arkadaşım bak, gittiğim evrende birinci dünya savaşı gerçekleşmemişti. Daha önce gittiklerimde de benim istediğim şartlar uygun değildi. Bizim evrenimizdeki gibi başlamış dünya savaşı bulmak bu kadar zor mu? Bir çözüm bulun şuna artık!”
Ben mi başlatayım savaşı… Gidip Veliaht mı vurayım? “Tamam efendim. Ar-Ge ekibimize isteğinizi acilen ileteceğim.” Adamın cevabını bile beklemeden telefonu suratına kapattım. Bir saati aşan sürelerde böyle güzel bir hakkımız vardı. Hemen ardından numarayı kendi servisimden engelledim.
Bu işin en büyük sorunu buydu: İnsanlar sanki paralel bir evrene değil, bizim kurguladığımız hayali bir evrene gidiyorlarmış gibi davranıyorlardı. Neyse zaten artık umursamıyorum. Şu saatten sonra çalışma şartlarım iyileşmeyeceği için tek çarem kovulmaktı.
Bir bardak kahve içmek için ufak ofisimdeki makineye uzanınca bozuk olduğunu hatırladım. En son geçen hafta iznimi kullanmadan önce -ki öncesinde bir buçuk ay izinsiz çalıştım. Teknik Servis şefi Sadık’a Allah’ın varsa şunu tamir et artık demiştim. Geldiğimde Allahsız olduğunu acı bir şekilde öğrendim. Kafein açlığım beynimdeki öfke kontrolü sağlayan bölmede ortalığı birbirine katmaya niyetlenmişti ki başka bir çağrının geldiği belirten acı bip sesi ve ekranın köşesindeki kırmızı nokta yanıp sönmeye başladı.
“Ne var?” Hedefime ulaşmak için müşterilerle daha samimi konuşmaya başlamıştım.
“Var değil, yok!” diye bağırdı karşıdaki ses. “Eiffel kulesi yok!”
“Evrende olağandışı bir değişiklik mi keşfettiniz?”
“Ya hayır! Dinle bak şimdi. Uzun uğraşlar sonucu henüz Fransız Devrimin başlamadığı bir evren buldum. En büyük hayalim devrimi Eiffel’den izlemekti ama onu bulamıyorum. Burada yok. Hemen bir tane getirir misiniz lütfen?”
“Eiffel devrimden uzun yıllar sonra inşa edilmiştir, üzgünüm.”
“Tamam, yap bir tane bekliyorum. İki dakika devrimi izleyeyim şurada.”
Derin bir nefes aldım. “On yıl süren devrimi mi?”
“Oha! Abi o kadar uzun mu? Neyse kuleyi getir sen.”
Çok daha derin bir nefes aldım. “Böyle bir sistem yok. Olsa da evrenlerde değişiklik yapmamız kesin bir şekilde yasak. Sizlerin de öyle… Ve gördüğüm kadarıyla beni PESA güvenli bölgesi dışından arıyorsunuz. Biletiniz iptal edilmiştir ve cezai işlem uygulanacaktır. Lütfen görevliler sizi alana kadar orada bekleyin. İyi günler.” Telefonu kapatırken adam boğuluyor gibi sesler çıkarıyordu. Gülümsedim.
Tekrar kahve makinesini gördüm. Allahsızsın Sadık… Kafein açlığı beynimdeki öfke duvarlarına kafa atmaya başladı… Ve müdüre kapımda belirdi; oldukça genç, güzel, kibar, anlayışlı birisidir ama şu an bana öfkeyle bakıyordu. “Nasıl oluyor bilmiyorum ama yanlışlıkla bile olsa insanlara yardımcı oluyorsun bu yüzden seni kovmayacağım.”
“Çok teşekkür ederim.”
“Bu yüzden denemeyi bırak.”
“Asla denemedim efendim.”
“Görüşme yaptığın son kişi ona bir evren bulmak yerine hayat dersi verdiğini söyledi. Şikâyetçi.”
“Adam Atatürk ile görüşmek istediğini söyledi. Askeri olup yanında savaşmak istiyormuş. Bende dedim ki seyahatler bir günden uzun süremez ve evrenin akışını bozan olaylara sebebiyet veremez. Zaten Atatürk’ü görmek demek, mutlaka yüzünü görmek değildir. Onun fikirlerini ve duygularını anlıyorsanız, hissediyorsanız kâfidir, dedim.”
“Aynen öyle!” diye bağırdı genç kadın. “Bu sözün onu çok etkilemiş ve şikâyetini geri çekip tam olarak sana bir milyon liralık bahşiş verdi. Ben de bunu kullanarak yönetim kuruluna kadar gidip onları ikna ettim. Sen artık benim yardımcımsın. Hediye olaraksa sana bir aylık izin hakkı verdiler.”
“Öyle bahşiş mi olur ya?”
“Olmuş vallahi!”
“Vallahi mı?”
“He Vallahi. Var mı başka bir isteğin bakalım?”
“Var. Kahve makinem tamir edilsin.”
“O kadar mı? Tamam, arayayım Sadık gelsin hemen. Bu arada dikkatli ol dolandırıcılar varmış piyasada.”
“Ne dolandırıcısı ya?”
“Burada ucuzdan dolar alıp başka evrenlerde yüksekten bozdurup geri geliyorlarmış”
“Evrenden eşya getirmek yasak değil mi?”
“Bir yolunu bulmuşlar işte dikkat et. Fare mi sende hala görmedin değil mi?”
“Hayır.” Bir insan neden fare besler?
“Kaç haftadır kimse görmemiş. Nerede bu ya? Neyse sana kolay gelsin.”
“Teşekkür ederim.”
Bu kadar uğraşa rağmen hala kovulamadığıma göre gerçekten de beni bekleyen büyük şeyler varmış. Artık Genel Müdür Yardımcısı olmuş, yüklü bir bahşiş kazanmış ve uzun bir tatile layık görülmüştüm. Tüm bunların üstüne Allahsız Sadık kahve makinemi tamire geldi. İçeri girer girmez makineye göz atıp “sorun sigortada abi,” dedi ve arkamda duvar içindeki metal kutuya uzandı. Kapak dokunmasıyla birlikte hafifçe kıpırdadı. “Vay arkadaş bunu kapatmayı unutmuşuz!” diye söylendi kendi kendine. Neler olduğunu görmek için kafamı uzattım ve o da kapağı açtı.
Sadık gerçekten de Allahsızdı!
Tüm çabalarım beni kovdurmasa bile odamdaki sigorta kutusunun içindeki ölü fare beni kovdurmaya yeterdi… Vurdurmaya bile yetebilirdi aslında.
Hiç uzatmadan doğrudan konuya girdim. “Sadık 100.000 lira kazanmak ister misin?” Onda birçok iyi bir teklifti; hatta biraz fazla iyi bir teklif, böylece ciddiyetimi hızla kavramasını umdum.
“İsterim abi.”
“Fareyi yok et Sadık.”
“Emredersin abi. Ortaçağ Avrupa’sına giden bir araç var yakında.”
“Sadık. Fareyi yok et.”
“Emredersin abi.”
Birkaç saat sonra uzun zamandır içmediğim kahveyi içerken bacaklarımı masaya koymuş yüzümde mesut bir gülümseme ile ekranlara bakıp tatilimin hayalini kuruyordum. Mutluluk sarhoşu olmuş zihnimin gözlerime indirdiği perde görmemi engellese de ekranlarımın hepsinde koca koca puntolarla kıpkırmızı bir yazı vardı. Biraz sonra o yazıya endişeli bir ses eşlik etti.
“ORTAÇAĞDAKİ EVRENLERDEN BİRİNDE KARA VEBA GÖZLEMLENMİŞTİR. EVRENE GİDİP DÖNEN SON ARAÇTA ÖLMÜŞ FARE DOKUSUNA RASTLANILMIŞTIR. İKİNCİ BİR EMRE KADAR ODANIZDAN AYRILMAYIN! KARANTİNA KURALLARI GEÇERLİDİR!”
“Sadık… Sadık… Canım Sadık… Allahsızsın Sadık!”
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Üzgünüz - Yoruma Kapalı
Son Yorumlar