Mülteci – Süleyman Sönmez
İnsanın içini ferahlatan çiçeklerle ve ağaçlarla dolu çimenlik meydanda, binlerce ziyaretçi bekliyor ve özel bir ana şahitlik etmek istiyorlardı.
Meydanın ortasında, camdan yapılma bir sunak odası vardı. İnsanlar adım adım ilerliyor, sunağa gelince karşısında kısa bir süre oturuyorlardı. Ellerinde çiçek buketleriyle, şarkılarla, sevgi ve ağıt dolu seslerle yürüyorlardı. Hem bir bayram, hem de bir anma havası vardı. Sözler, belli belirsiz minnettarlığı, lidere duyulan sevgiyi ve aşkın acısını anlatıyordu.
“Sana, Dünya adında bir yerden bahsetmiştim. Hatırlıyor musun?” dedi yaşlı adam. Yüzünde, yıllar önce iyileşmiş bir yara izi görülüyordu. Gözleri çok şey görmüş, düşünmüş, yine de hayatı olduğu gibi kabul edip sevmiş birisine aitti.
Sıradaydılar. Elini tuttuğu torunu yanıt verdi.
“Evet büyükbaba. Dünya Ana’yı hatırlıyorum. Bütün insanlar Dünya Ana’da doğdu ve uzaya yayıldı.”
“Çok doğru. Evet, şimdi sana Kahramanımızın hikâyesini anlatacağım. Beni can kulağıyla dinle.“
Güzel torunu, büyük gözlerinde ciddiyetle başını salladı.
“Dünya Ana’nın çocukları ona ne yazık ki iyi bakamadı. Onu kirlettiler. Yaşanmaz hale getirdiler. İnsanlar kaçıp yeni bir dünya aramaları gerektiğini fark ettiklerinde artık çok geçti.
Güneş sistemlerindeki gezegenlerde koloniler kurmaya çalıştılar. Ama bu zorlu mücadele, umut kırıcıydı. Uzayda roketlerle yolculuk ediyorlardı. Her yer çok uzaktı. İşte o yıllarda, “Işınlanma Projesi” kısa adıyla “Scotty” başladı.
Yıllarca çalıştıktan sonra küçük nesneleri uzayda ışınlamanın bir yolunu buldular. Önce nesnenin gideceği yerdeki uzay zamanı, bulundukları yere çekip büküyorlardı. O yer buraya gelirken, buradaki de oraya gidiyordu.
Biraz karışık mı geldi? Suya bir taş bırakırsan, atılan taş suyun yerine gider, su da yükselir biliyorsun değil mi? Güzel. Çok güzel.
Ama bu sefer farklı bir şey oluyor. Taş atıldığında suyun yükselmediğini, dışarıda duran taşın durduğu yerde, aynı hacimde suyun belirdiğini düşün. Anladın mı? Hım… Her neyse.
Uzayın çeşitli koordinatlarına mikro robotlar ışınladılar. Milyonlarca mikro robot gitti ve onların yerine o noktalardan çeşitli şeyler geldi. Orası bir gezegense, atmosfer, toprak, sıvı ve hatta plazma.
Evet plazma. Bir seferinde bir laboratuvar havaya uçtu. Çok yüksek kütleli bir parçacık gelmiş. Bir beyaz cüce güneş parçası olabilir.
Zaman ilerledikçe, içinde insanın yaşayabileceği birçok gezegen buldular.”
İhtiyar adam durup soluklandı. Gökyüzü tatlı bir yeşil – mavi renkteydi. Rüzgâr, gezegenin bitkilerinin güzel kokularını burunlarına taşıyordu. Adam, ağır ağır yürürken gökyüzünü minnetle süzerek konuşmaya devam etti.
“Ardından dünya yörüngesine onlarca uydu yerleştirip güneş enerjisi topladılar. Enerjiyi mikrodalgalarla yerküreye yollayarak büyük ışınlanmalar için gerekli enerjiyi elde ettiler.
Kısa sürede yaşanabilir dünyalara başka ışınlama makineleri ve robotlar, ardından yaşam destek alanları göndermeyi başardılar.
Sonunda organik deneklerle, canlılarla deneylere başladılar. Başarılı oldular. Hayvanlar zarar görmeden gönderilip geri çekiliyorlardı.
Ve sıra öncü insanlara geldi. Bütün bunlar büyük bir sırdı.
Kahramanımız, liderimiz, projede çalışan bilim insanlarından biriydi. Tüm insanlığı kurtaracaklarını sanıyordu. Hâlbuki proje sahiplerinin böyle bir amacı yoktu. Sadece zenginlerin, parayla ödeme yapabilenlerin gitmesine izin verdiler.
Paranın ne olduğunu biliyorsun değil mi?” Gülümsedi.
“Güzel… Akıllı bir torunum var.“ Çocuğun başını sevgiyle kendine çekti.
“Bir de onlara hizmet edecek robotları yanlarında götürdüler.
Arkalarından kimsenin gelememesi için sisteme enerji veren uydu zincirini dünyaya düşürdüler. Scotty projesinde çalışan bilim insanlarının bir bölümü de onlarla gitti.
Ödemeyi yapamayacak olanlar aileleriyle kaldı.
Kahramanımızın adı Mustafa Luther King’di. Babası çok idealist bir insandı. Oğlunu da öyle yetiştirmişti.
Annesi, daha çocukken “ne olursa olsun insanlığın lehine çalışacağına dair” yemin etmesini istemişti.
Böylece onlarla gitmedi, diğer insanlarla kaldı. Dünyada, açlık, susuzluk, salgın hastalıklar, iklim değişikliği, savaşlar büyük bir hızla artarken, bir gün ansızın uzay zaman sapanını icat etti.
Fikrin çıkış noktası, uzay gemilerinin bir gezegenin yörüngesinde dönerek hız ve enerji kazanıp ilerlemeleriydi.
Işınlanma için gerekli büyük enerjiyi güneşten mikro kütleler kopararak kazanabileceğini gördü. Çok küçük ölçekli bir ışınlanma cihazı yaptı. Çalışmaya başlaması için iki pil yetiyordu. Açıldıktan sonra, uzay zaman sapanı devreye girip güneşten mikro kütleler çalıp enerjiye çeviriyor ve ardından mini Scotty ışınlama makinesi devreye girip kişiyi istenen koordinata taşıyordu.”
Sıranın önünden bir hayret çığlığı duyuldu
Çocuk irkildi, büyükbabasının eline sarıldı. Yaşlı adam güven veren bir sesle, “Korkacak bir şey yok” dedi. Nefes alıp kaldığı yerden devam etti.
Liderimiz, zengin yolcuların gittikleri yaşanabilir gezegenlerin koordinatlarını bulabilmek için uzay müzesine gitti. Mikro robotlar ışınlandığında, onlarla yer değiştiren gezegen parçacıklarının raporlarını inceledi. Gezegenlerin şimdiki koordinatlarını bilgisayara hesaplattı.
Sonunda sıcak bir kış günü…”
Sıra, giderek cam odaya yaklaşıyordu.
En öndeki kadınlar, yüksek sesle ağlamaya başladılar.
“Az kaldı.” dedi adam torununa “Hikâyenin sonuna da az kaldı.”
“Evet, kahramanımızın sevdiği bir kadın vardı onun gözleri önünde, “New Beam Me UP 03” adlı gezegene ışınlandı. Yarım saat kadar gizlenerek oradaki yaşamı hayretle izledi ve geri geldi. Kararını vermişti.
“Sonra ne oldu büyükbaba?”
“Yaptığı aletten milyonlarca üretecek robot fabrikası kuruldu. Tüm insanları, kurtarılmış, yaşanmaya uygun Cennet gezegenlere yolladı.”
İhtiyar adam gülümsedi. “İnsanları en kıymet verdikleri eşyalara sıkı sıkıya sarılmış halde kaygıyla ışınlanmayı beklerken görmeliydin.”
“Elbette mültecilerden kimse hoşlanmadı. Katliamlar yaşandı. Korkunç zamanlardı.”
“Yüzün o zaman mı yaralandı? Ne oldu?”
“O zamanlar senden küçüktüm. Ama onu başka bir zaman anlatsak olur mu?
Çocuk, çok merak etmesine karşın “Tamam” dedi.
“O gezegenlerde herkese yetecek yiyecek ve alan vardı oysaki.
Sonunda mülteciler kazandı. Sayımız çoktu ve liderimiz savaşmamızı istemedi. Zenginlerden, vicdanlarının sesini dinleyenler bize yardım etti.”
Derin derin nefes aldı. Yorulmuştu.
“Fakat göçün son zamanlarında korkunç bir şey oldu. Liderimizi esir aldılar ve kaybederken ondan intikam aldılar.”
Sırada önlerindeki son adam, derin bir üzüntüyle koltuktan kalktı ve sırayı onlara bıraktı. Dedesiyle koltuğa oturdular ve boş bir cam odaya bakmaya başladılar.
“Ona ne yaptılar büyükbaba?” dedi çocuk, gözlerini cam odadan ayırmadan.
“Yaşadıkları tüm gezegenler arasında, durmaksızın çalışan bir ışınlanma zinciri kurdular.”
Birden önlerinde inanılmaz bir şey gerçekleşti.
Yüz yıla yakın yaşamış yine de bedeni hiç yaşlanmamış, otuzlu yaşlarında görünen bir adam odada belirdi. Yüzündeki ifade, kaderine razı olmuş ve kendi acısını yutmuş, halkına umut vermeye çalışan gerçek bir lidere aitti.
Onlara dönüp hızla başıyla selam verdi ve çocuğa içtenlikle gülümsedi.
Sonra birden bire yok oldu.
Dedesi gözyaşlarını sildi.
“O bizim Promethous’umuz, umudun kıvılcımını bize getiren kahramanımız.
Asla durduramadığımız bir döngüyle gezegenden gezegene hep ışınlanan liderimiz.”
Çocuk, sıkılı dudakları arasından fısıldadı. “Bir gün onu kurtaracağım büyükbaba”
“Umarım başarırsın yavrum” dedi yaşlı adam.
Gökyüzünde muhteşem güzellikte kuşlar uçuyordu. Orman, bin bir canlının sesi ve koşturmasıyla adına yaşam denen büyük bir sırra can veriyor, başka bir dünyanın çocuklarını kendi çocukları gibi kucaklıyordu.
Son
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Üzgünüz - Yoruma Kapalı
Son Yorumlar