Dönüş Yok – Tülay Temuçin
5. Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Birincisi
Eksi yirmi altıncı kattaki zaman laboratuvarı heyecanlı bir koşuşturma içerisindeydi. Personelin gözlerindeki umut ve heyecan, yorgun yüzlerindeki gülümsemeyle birleşiyordu. Mila akşam çalışma grubundan işini devraldıktan sonra keyifle masasına oturdu. Çekmecesinden şalını alıp omuzlarına sardı. Bilgisayarda 2080 Savaşı açıktı. “Yine seyretmişler,” dedi yanındaki arkadaşı. “Hiç bıkmıyorlar.” “Beş dakikadan az bir sürede olup bitmiş bir savaş. Aslında savaş demek de pek doğru olmaz. Nükleer katliamdı bence.” dedi Mila, yumurta şeklindeki su kapsülünü ağzına atarken. “Yüz atmış üç yıl önce Generel Gastor, hiçbir devletin başkanına kulak asmadan kanlı parmaklarını peş peşe dört düğmeye bastı ve her şey bitti. Dünyanın yarıdan fazlası artık yaşanamaz halde, radyasyon azalmış olsa da asit yağmurları hala büyük tehlike.” diye sürdürdü konuşmasını. İkisi de derin bir of çektikten sonra çalışmaya başladılar. İş arkadaşları gibi Mila’nın da zaman makinesi için çalışmasının tek amacı General Gastor’u durdurmaktı. Çok yaklaşmışlardı. Bir hafta, belki birkaç gün sonra geçmişe bir yolcu göndereceklerdi. Promenat adını verdikleri makine bir sefere mahsus olarak çalışacak, gönderme esnasında oluşan yüksek enerji nedeniyle Promenat nin bazı kısımları zarar görecekti. Bu tek yönlü bilet için birkaç aday vardı. En iyi askerlerden biri, tek bir yolcu, 2080 yılına gidecek, General Gastor’u durdurup, nükleer başlıkları etkisizleştirecekti. “Keşke ben olsaydım yolcu,” diye iç geçirdi Mila. “Dönmesem de olur zaten. Dönsem bile evim şimdikinden çok farklı olacak. Tüm bu insanların çoğu belki hiç doğmamış olacak.” Çekik ela gözlerini bilgisayara dikmişti. Çalışanların hepsi görev başarılı olduğu takdirde olabileceklerin farkındaydı. Zaten bunun için çalışıyorlardı. Hepsinin düşüncesi aynıydı. “Olsun. Yeter ki insan, insan gibi, hak ettiği bir dünyada yaşasın”. Çalışmalarına son noktayı koyduklarında acil toplantı odasında üç bilim insanı, başkan ve yardımcısı vardı. Başkan yardımcısı doğrudan konuya girdi. “Diyelim en iyi adamımız 2080’e gitti ve görevini tamamladı ki görev bittiğinde onun bile sağ kalması zor. Diyelim ki sağ kaldı, bu sefer de geri dönemeyecek. Zaten dönse de nasıl bir dünya bulacağını öngöremiyorum.” Başkan gözünü masaya dikip derin bir nefes aldıktan sonra “Başka bir şansımız da olmayacak. Promenatı tekrar çalıştırmak zaman alacak. Neden 2080? Aslında ben, zaman çalışmalarına ilk başlayanlardan, büyük 88 depreminde çalışmaları ile birlikte kaybedilen bilim insanı Aran Nart’ı uzun zamandır düşünüyordum da…” dedi. “Çalışmalarınızın bir kopyası onda olsaydı, yolcuları geri getirip, tekrar gönderecek bir makine yapabilirdi, hem de iki binlerin başında.” Başkan yardımcısı “Çalışmaları götürenin burada çalışmış bir bilim insanı olması gerekir. Aran Nart ile birlikte çalışmaya devam eder. Eğer başarırlarsa bizim göndereceğimiz gibi ıssız bir bölgeye inmektense, doğrudan General Gastor’un karargahına inerler. Karargah planı ve bütün şifreler elimizde. Cihazı inaktifleştirmeleri daha da kolay olur.” diyerek başkanın sözlerini tamamladığında kısa keskin bir sessizlik oldu. Tüm gözler Mila’ya çevrilmişti. Mila, Aran Nart ismini duyduğunda heyecandan yanakları kızarmıştı. Hemen öne atılarak sessizliği bozdu: “Ben gidebilirim. Çalışmalarımızı ona götürürüm, depremde ölmesini de engellerim. Çalışmalara Aran’la devam ederim, pardon Profesör Aran Nart ile.”
Bu fikir hepsinin aklına yattığında Mila’nın yüzünde geniş bir tebessüm belirdi. “Bu gün dinleneyim yarın yola çıkmaya hazır olurum.” dedi çıkarken. Ertesi sabah Mila hazırdı, makine de öyle. “Hoşçakalın arkadaşlar,” dedi Mila makineye doğru yürürken. “Radyasyonsuz bir dünyaya merhaba demeye hazırlanın.” Yolculuk birkaç dakika sürmüştü. Anayolu bulana kadar yürüdü. Şehre vardığında ilk iş olarak profesörün evine yakın bir ev buldu Mila. Çocukluğundan beri hayran olduğu, tüm yazılarını defalarca okuduğu Aran Nart ile tanışmaları çok kolay oldu. Onunla ilgili o kadar çok şey biliyordu ki. Arkadaşlıkları kısa sürede ilerledi. Haftanın dört günü evinin karşısındaki kahvecide buluşuyor, bilgi alışverişi yapıyor ve çalışıyorlardı. Şehir dışındaki ormanlık alanda kamp yapmayı planladıkları akşam Mila kahvecide Aran’ı beklerken oranın müdavimlerine baktı. Beyaz gözlüklü yalnız ve yaşlı hanım, resimli dergilerden kafasını kaldırmayan ve bir türlü yüzünü göremediği delikanlı, haftanın üç günü kahvecide buluşan neşeli tatlı çift. Bu insanların o gece depremde öleceklerini bilmek içini acıttı. Ormana gittiklerinde ona her şeyi anlatmayı planladığında biraz gergindi Mila. General ile ilgili haberleri ve notlarını hazırladı. Depremi hissettiklerinde Mila olanları anlatmayı henüz bitirmişti. O gece hiç konuşmadan çadırın önünde uzunca bir süre oturdu Aran. Mila da çadırın içinde bekledi. Onun ne yapacağını kestiremiyordu. Aran çadıra girip Mila’nın karşısına bağdaş kurarak oturdu. Kalbinin sesini duymamasını ister gibi kollarını göğsünün üstüne bastırdı Mila. Gözbebekleri kocaman olan gözlerini karşısındaki adama dikti korkuyla. Gülümseyerek ona baktı Aran “Mila, benimle evlenir misin?” Zaman makinesini tamamladıklarında kızları Nerve 26 yaşına gelmişti. Kendisi gibi genel cerrahi uzmanı olan erkek arkadaşını anne babasıyla tanıştırdığı akşam, ilk torunlarının olacağı haberini de almışlardı. Mila “Çok heyecanlandım, ben bekleyemem sekiz ay,” dedi. “2080’e gidip General Gastor’u durdurduktan sonra gelişimizi sekiz ay sonraya ayarlasak ne dersin? Dönünce torunumuzu kucağımıza alırız.” Aran bu fikri çok beğenmişti. “Tamam, bence de. Hadi uyuyalım. Yarın çıkmamız gereken bir yolculuk ve kurtarmamız gereken bir dünya var.” Dedikten sonra eşinin yanağına yumuşak bir öpücük kondurdu. “Döndüğümüzde bu sıska delikanlıyla evlenmiş olmalarını hayal etmek istiyor muyum, bilmiyorum.” diye düşündü sarı kaşlarını çatarak. Ertesi sabah koordinatlarını generalin kumanda merkezinin bodrumuna ayarladılar, kıyafetlerini son kez kontrol edip yola çıktılar. Yolculuk bu sefer kısaydı, sadece bir an sürmüştü. Nöbetçiler, kameralar ve gerekli şifreleri Mila’nın getirdiği notlardan ezberlediklerinden generalin odasına girmek zor olmamıştı. Kontrol panellerinin olduğu odayı açan düğme, generalin masasının arkasındaki dolaptaydı. Mila dolabı açıp, kumanda odasının kapısını açan düğmeye bastıktan sonra ağlamaklı bir sesle, “Hayır…” dedikten sonra dizlerinin üzerine çöküp öylece kalakalmıştı. Elinde gümüş bir çerçeveli siyah beyaz bir fotoğrafta Nerve, bir erkek çocuğunu kucağına almış el sallıyordu. Aran yanına gelip fotoğrafa baktığında titrek bir sesle arkasındaki yazıyı okudu “Gastor, canım oğlum. Keşke anneannen ve deden de bu güzel günleri ve seni görebilseydi.” İkisi de çaresizlik içerisinde fotoğrafa bakarken kulaklarındaki uğultudan kapının gürültüyle açılmasını duymadılar bile. Çatık kaşlı, dazlak, hastalık derecesinde zayıf general, yüzlerine bile bakmadan koşar adımlarla kontrol adasına girerken askerlerine bağırdı “Şunların icabına bakın.” General Gastor, peş peşe gelen silah sesleriyle birlikte, dudağının sol kenarı hafifçe seğrilip yukarı kıvrılırken, örümcek ayakları gibi ince uzun parmaklarıyla kırmızı düğmelerin dördüne de art arda bastı.
Son
Etiketler bilim kurguBilim kurgu Kısa öyküBilimkurgu romanKısa ÖyküTürk bilim kurgu romanTürk Bilimkurgu RomanYerli bilimkurgu roman
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Üzgünüz - Yoruma Kapalı
Son Yorumlar