Tesbih Taşları – Nezahat Çağdaş

“Bu yıl bu üçüncü. Üç seferdir on gün kayboluyor ortadan Fikret! Onu arayıp durmaktan bıktım artık!” bunlar annemin nenem için söylediği sözlerdi. Nenem küçüklüğümden beri ara ara bir iki haftalığına ortadan kaybolurdu. Bu yüzden onu “gel-git nene” diye çağırırlardı. Fakat bu yıl nenemin kaybolmaları sıklaştı. Annem artık nenem için endişelenmekten vazgeçti. Babamsa nenemi huzur evine yatırmayı tasarlıyor epeydir.
Nenem evde ve şu an iyi. Bu sefer Paris’te sabahlayıp Tokyo’da kahvaltı yaptığından bahsediyor. Küçükken onun bu anlattıklarını ilgiyle dinlerdim. Annem ise nenemin şehir dışına bile çıkmadığını söylüyor. Anneme ve mantığıma rağmen bir tarafım neneme inanmak istiyor.
Nenemin odasına gidiyorum. Kapı hafif aralık. Nenemin üstünde beyaz, uzun sabahlığı, elinde ışıltılı taşları olan tesbihi ile televizyon izliyor. Odaya süzülüyorum. Belgesel izliyor. Bangladeş’ten bir kesit geçiyor ekrandan. Nenem mırıldanıyor ” O köşede bana kırmızı bir gül vermişti.” Bu hikâyeyi de anlatmıştı. Hatta dediğini ispatlamak için kocaman bir kitabın içinden kurumuş bir gülü göstermişti. Ama emin değilim, nenem biraz, nasıl söyleyeyim? Değişiktir. O gülü bizim bahçeden de koparmış olabilir. Nenemin dizlerine çöküyorum. O ise hala televizyon izlemeye devam ediyor. Yüzündeki yıllanmış çizgileri saymaya çalışıyorum. Beceremiyorum. “Nene, ilaçlarını aldın mı?” diyorum. Ne ilacı der gibi bakıyor yüzüme. Elindeki o güzel taşlı tespihi usulca bana uzatıyor, “Al, senin daha çok ihtiyacın var buna.” diyor. “Sorumun cevabı bu değil nene, hem benim duaya ihtiyacım yok.” diye atarlanıyorum. O çakır rengi gözlerinden ateş çıkartarak bakıyor bana. “Siz gençlerin dediği gibi diyeyim o zaman Şans Getirir ” diyor. Gel-git Nene bu gece fazlasıyla ısrarcı. “İyi madem” diyerek alıyorum tesbihi. İlacını verip o uyuyana kadar başında bekliyorum.
Arkadaşım Çağlar arıyor.”Kankağ, muhteşem ortam var, gel” diyor. Yanına gidiyorum.
Çağlar yine kafayı iyice dağıtmış. Eh ben de ameleyim, onu götüreceğim evine. Yolda yürürken Çağlar biraz sendeliyor ama sanırım bilinci biraz olsun yerinde. Az biraz ilerliyoruz ki üç kişi yolumuzu kesiyor “Gençler hayrola? Size kim dedi bizim alanı geçin diye? Bölgemden çıkın gidin!” diyor. Ben tamam abi iyi geceler demeye kalmadan Çağlar atlayıveriyor “Size ne abijim!? İsstediğimiz yerrden gideriz…” Aha şimdi ayvayı ağacıyla yedik derken az önce bizi uyaran abi(!) cebinden çakısını çıkarmasın mı? Manyak Çağlar bizi neye bulaştırdın be! Kendimi ve tabi ki Çağlar’ı koruyabilmek için birşeyler yapmam gerekiyor. Belki cebimde kalem falan vardır da silah olarak kullanabilirim diye usulca elimi cebime atıyorum ki cebimden tesbih çıkıyor. Abi(!) elindekiyle bize yaklaşmaya başlıyor. Tesbihe bir bakış fırlatıyorum. “Üzgünüm nene” diyor ve “Le Havle” diyerek fırlatıyorum tesbihi.
Bi’ ışık huzmesi gözlerimi kamaştırıyor. Annem odamın kapısında, eli elektrik düğmesinde “Ne bu gürültü gece gece?” diye bağırıyor. Şaşkın halde anneme bakıyorum. Konuşmayı unutmuşum sanki. Neden sonra anneme “Ben eve ne zaman döndüm?” diyebiliyorum. “Ne bileyim eşek sıpası? Hem eve geç geliyorsun hem evi ayağa kaldırıyorsun!” diye söylene söylene gidiyor. Olanlara anlam veremiyorum. Nenem kapıda beliriyor aniden. “İşine yarayacak demiştim” diye usulca fısıldıyor ve gidiyor. Hızlanan soluk alışverişimi kontrol etmeye çalışırken gözüm yere takılıyor. Tesbih yerde öylece duruyor.
Sabah olur olmaz yataktan fırlayıp Çağlar’ın evine gidiyorum. Kapıyı ufak kardeşi açıyor. İçeri girip hemen Çağlar’ın odasına yöneliyorum, ufak kardeş “Korkarsın bak” diyor. Çocuğun dediğini anlamayarak odaya dalıyorum. Çağlar’ın o halini görünce kardeşinin kastettiği şeyi anlıyorum. Bizim Çağlar dayak yemiş. “Akşam nereye topukladın lan it herif!” diye bağırıyor. Yataktan kalkabilecek durumda değil. Temiz dövmüşler bizimkini.
Çağlar’ın dayak yemesi ve benim bir anda odamda belirmem kafamı iyice karıştırıyor. O anda yaşadığım anlamsız duyguyla eve kadar koşuyorum. Eve gelince nenemin odasına yöneliyorum. Nenem yatağına oturmuş, elinde geçen gece bana verdiği tesbih, belgesel izliyor. Odaya girdiğimi fark edince televizyonu kapatıyor. Gidip ayakucuna oturuyorum, tıpkı küçükken yaptığım gibi. “Nene, tesbih…” diyebiliyorum ancak. Nenem sanki uzun zamandır bu konuşmaya hazırlanıyormuş gibi başlıyor anlatmaya “Sene 1956 yazı. Güzel, açık bir gece. Bizim evin çatısından gökyüzünü seyrediyorum. Yıldızlar falan kayıyor, ama nasıl güzel gece…” sözünü kesiyorum “Meteordur o” diye. Dediğime aldırış etmeden devam ediyor “… O gece yıldızlardan biri sönmeden yere iniverdi. Hem de bana yakın bir yere. Koşa koşa gittim oraya. Çocukluk işte.” Yüzüne bakıyorum “Eee?” diyorum. “… Eeesi, senin deyiminle, meteor değilmiş düşen.” “Peki, neymiş?” diyorum. “Bi’ metal yığını işte. Ben biraz korkmuştum. Uzaktan izliyorum, ne olacak diye. Biraz sonra metal yığının içinden böyle penguen büyüklüğünde yeşil gavurlar çıkmasın mı? Allahıma kitabıma elim ayağım dolaşıverdi.” Bir an duraksadı. “Nene, devam etsene yahu” diyerek koca kadına kızdım. Nenem derin bir soluk aldı ve devam etti “…O heyecanla ben ses çıkarınca yeşil gavurlar beni fark ediverdiler yavrum. Ben de böyle don görmüş lahana yaprağı gibi büzülüp kaldım oracıkta. İçlerinden birisi yanıma geldi. Gözlerini iri iri açtı ‘Selam’ dedi…” “Nene, uzaylı Türkçe mi biliyormuş?” dedim şaşırarak. “Ne bilem guzum o an hiç dikkat edivermedim. Neyse. Bana araçları arıza yaptığı için zorunlu iniş yaptıklarından bahsettiler.” Sıkılmaya başlamıştım. “Nene iyi hoş da bunların tesbihle ne ilgisi var?” dediğimde kafama vurdu. “Sus ulen! Devamını bekle hele. Kendime geldiğimde susuz olabileceklerini düşündüm. Birer bardak ayran ikram ettim her biriciğine.” İyice afallamıştım. “Uzaylıya?Ayran?”dedim. “Hee n’olmuş yani?” dedi ve sürdürdü garip konuşmasını “… bana teşekkür etmek için de ellerindeki değerli taşlardan 99 tane verdiler. Sonra da metal kutularına atlayıp gittiler.” Taşlar yerine oturmaya başlamıştı. “Yani sen de kalkıp o taşlardan tesbih yaptın öyle mi ?” dedim. Nenem “Evet guzum öyle. Diğer türlü kaybolurdu taşlar. Hem var ya bu taşlar sayesinde Hacca bile gittim.” O an kafamın içinde şimşekler çakmaya başladı. Benim dün gece dayak yemeden odamda belirmem, yıllardır nenemin ortadan kaybolmaları… Hepsinin altında tek bir şey varmış. “Tesbih…” dedi nenem. “…ben ölünce tesbih sana emanet” dedi. Kafamla onu onayladım. “Uyumak istiyorum” diye mırıldandı. “Hadi sen de git uyu artık. Eee sonuçta öğrendin sırrımı.”dedi. “İyi geceler” dedim ayağa kalkarken. Sonra alnına bir öpücük kondurup kapıya yönelmiştim ki nenem “Yılın bu zamanları İskoçya muhteşem oluyor” dedi. Arkamı dönüp “Öyle mi?” diyerek dudaklarımı büktüm. Bana gülümseyerek cevap verdi. Bende ona gözlerimi kırptım ve odasının ışıklarını kapatarak kendi odama yöneldim.
“Fiikreett, yetiişş! Annee! Anneemm!..” Annemin çığlıklarıyla uyanmak, istediğim en son şeydi. Annemin niye bağırdığını idrak ettiğim an hemen yataktan fırlayıp nenemin odasına koştum. Annem yere çökmüş ağlıyordu. Benden sonra babam da odaya geldi. Bir süre aralarında konuştuktan sonra dışarı çıkıp nenemi aramaya başladılar. Ben onlarla dışarı çıkıp nenemi aramadım. Gel-Git Nene’nin nerede olacağını çok iyi biliyordum çünkü.
Son

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Üzgünüz - Yoruma Kapalı

"Once upon a time in the future: 2121" (Aka: Bir Zamanlar Gelecek: 2121)

Sıcak Kafa / Afşin Kum

HİLE – Bölüm – 1

KUTU – Bölüm – 1

Voidrunner

Kategoriler

Ziyaretçiler

Bugün: 550
Bu hafta: 1789
Toplam: 338359