Kahverengi Topların Gizemi – S. Ece Kaya
2.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması
Ahmet elindeki acayip şeyi elinde bir kez daha evirip çevirdi. Kahverengi, tüylü, yumuşacık bir toptu. Pinpon topu büyüklüğünde ya var ya yoktu. Günlerdir her yerde bunun gibi bir sürü kahverengi topu sadece o değil ama arkadaşları da görüyordu ama hiçbiri ne olduğunu bir türlü çıkaramıyordu. Topları bir yere atsalar anında sekip geri dönüyorlardı, tavana fırlatsalar bazen yapışıyor, bazen yapışmadan yere düşüyorlardı, kesip içine bakmaya çalışanlar bunu becerememiş, elektrik çarpmış gibi elleri titremişti, ayaklarıyla ezmeye çalışanlar topun yumuşaklığının gidip adeta taş kesildiğini hissetmişlerdi, çöpe, denize, çamaşır sepetine atanlar daha attıkları saniyede topun dışarı fırladığını, buzdolabına çamaşır makinesine atanlar da anında elektriklerin kesildiğini görmüşlerdi.
Bu toplar zamanla sadece İstanbul değil dünyanın dört bir yanında görülmeye başladı ve gezegen için giderek büyüyen bir endişe kaynağı oldu. Artık bilim adamları bunları laboratuarlarda incelemeye alıyor, hükümetler bunlar için uzun uzun güvenlik kurulu toplantıları düzenliyor, ülke başkanları birbirleriyle kavgalı dövüşlü telefon görüşmeleri yapıyor, ordular olası bir savaş için mobilize oluyorlardı. Ama ne bilim adamlarının incelemeleri, ne istihbarat örgütlerinin internet yazışmaları ve telefon görüşmelerini taramaları, ne ele geçirilen terör örgütü üyelerinin sorgulamaları, bu kahverengi topların ne olabileceğine dair en ufak bir ipucu vermiyordu. İnsanlar sokağa dökülmeye başlamıştı. Hükümet binaları, gazeteler, polis karakolları önünde ellerinde toplar ve öfkeli yüzlerde açıklama bekleyen kalabalıkların sayısı artıyordu. Artık gazetelerde, haber sitelerinde, forumlarda, sosyal medyada, başka bir şey konuşulmaz olmuştu. Komplo teorileri almış başını gidiyordu. Dünya giderek karışıyor, karışıyor, karışıyordu.
Bir Cumartesi günü evinin bahçesinde Ahmet, arkadaşları Osman ve Mehmet ile birlikte oturuyor, üçü de ellerinde birer top kara kara düşünüyorlardı.
“İşimiz var bunlarla, hâlâ ne oldukları ortaya çıkmadı,” dedi Ahmet.
Mehmet, “Bıktım artık, vallahi bir şey saklıyorlar bizden. Bunun arkasında dış güçler olabilir.”
Osman, “Bütün dünyada var oğlum, hangi dış güçten bahsediyorsun?”
“İlluminati falan mı acaba?” dedi Ahmet.
Mehmet “Aman neyse ne, sıkıldım artık,” diyerek topu ilerideki havuza fırlatıp attı. Top havuzun üstünde sanki bir kayıkmış gibi ileri geri sallanmaya başladı.
Ahmet “Hayda,” dedi. “Bir bu eksikti, batmıyor muydu bu?”
“Batmıyorduk,” dedi bir ses. Ama bu ses sanki etraflarından değil, zihinlerinin içinden geliyordu.
Birden Ahmet ve Osman’ın ellerindeki toplar da fırladılar ve üç top havuzun kenarında sıra halinde üçünün karşısına dizildiler. Yine bir ses zihinlerinde yankılandı.
“Artık gerçekleri açıklamanın zamanı geldi.”
Üç arkadaş korkuyla ayağa fırlayıp dehşet içinde toplara baktı. Ses yine duyuldu.
“Bizler Ophiuchus takımyıldızında bulunan Dariela gezegeninden geliyoruz. Görevimiz birbirinden farklı gezegenleri ziyaret edip, oradaki canlıların yaşayış ve teknolojileri hakkında bilgiler toplamak ve bu bilgileri kendi gezegenimizi iyileştirmede kullanmak. Sıra Dünya’ya gelmişti, başta gelip gelmemeyi çok düşündük çünkü kolayca dikkat çekeceğimizi ve sizi tedirgin edeceğimizi biliyorduk. Ama öyle ilginç bir teknolojiniz ve zengin bir biyolojik çeşitliliğiniz var ki risk almaya değer dedik. Tamamen barışçıl bir grubuz, size zarar vermeyeceğiz.”
Ahmet sesi titreyerek, “Anlamadım siz nasıl bilgi topluyorsunuz hem görünüşünüz bir acayip, duyu organına benzer bir şeyiniz bile yok.”
“Uzaylı diye sizin gibi bedenli ama biraz farklı görünen yaşam formları hayal ettiğinizi biliyoruz, hayal kırıklığına uğrattığımız için üzgünüz ama sınırlı düşünüyorsunuz. Sizin tüy zannettiğiniz dokungaçları duyu organı olarak kullanıyoruz, bunlarla görebiliyor, duyabiliyor ve hissedebiliyoruz. Fotosentezle besleniyoruz, telepatiyle iletişim kuruyoruz, yuvarlanarak ilerliyoruz. Dokungaçlarımızla birbirimize sizin internetiniz gibi veri gönderebileceğimiz kadar teknolojimizi geliştirdik, verileri topluyor sonra birbirimize aktarıyoruz. Biyolojik yapınızı, eşyalarınızı, duygusal tepkilerinizi, hepsini inceledik. Tarihten bugüne neler yaşadığınızı ve uygarlığınızı nasıl geliştirdiğinizi araştırdık, öğrendik. Saldırılara karşı gerekli önlemleri zaten almıştık. Örneğin çamaşır ve bulaşık makinelerinin, buzdolaplarının elektriğini içeriden nasıl kesebileceğimizi uzun uzun çalıştık. Böylece hayatta kalabildik. Bütün veriler ana bilgisayarımıza aktarılacak ve kendi gezegenimizin güzelleştirilmesi çalışmalarında kullanılacak.
Artık burada işimiz bitiyor. Bugün ayrılıyoruz. Gitmeden durumu açıklamak istedik, çünkü ortalığın daha fazla karışmasını istemiyoruz. Hükümetlerinizle bağlantıya geçtik bile. Yetkililer canlı yayında size gereken açıklamayı yapacak. Tekrar söylüyoruz, buradan gidiyoruz ve bir daha gelmeyeceğiz. Panik yapmayın, marketleri boşaltmayın, sağa sola saldırmayın, sakin olun. Çok sakin olun. Gi-di-yo-ruz.”
Sonra üç top yavaş yavaş havalanmaya başladı.
“Şimdi televizyonu açın.”
Ahmet, Mehmet ve Osman cep telefonlarını çıkarıp televizyon uygulamasına girdiler.
Birçok dünya ülkesinden gelen görüntülerde toplar bir kuş sürüsü gibi gökyüzünde ilerliyordu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bütün dünya halkına Dariela halkının barışçıl bir ziyarette bulunduğunu, kimseye bir zarar gelmeyeceğini söyleyerek panik yapmayın çağrısında bulunuyordu. O bunları söylerken minik kahverengi toplar kafasından omuzlarına sonra gene kafasına zıplıyordu. Türkiye dahil birçok ülkenin yetkilileri ellerinde toplarla ve allak bullak yüz ifadeleriyle benzeri açıklamalar yapıyordu. Ama panik durmuyor, insanlar bağırarak, ağlayarak koşturuyor, ellerine geçirdikleri topları bulabildikleri her yere fırlatıyordu. Fırlatılan toplar artık kimliklerini açıklamış olmanın rahatlığıyla gökyüzüne doğru kaçışıyordu. İnsanlar gökyüzüne taşları, sandalyeleri, tencereleri, ellerine geçirdikleri her şeyi fırlatıyordu.
Ahmet, Mehmet ve Osman ile konuşan toplar iyice yükselmişti, sağdan soldan, komşu evlerin bahçelerinden, uzaklardaki tepelerden başka toplar da yükselmeye başladı. Bir anda gökyüzü toplarla doldu. Sonra gökyüzünün derinliklerinde altın sarısı, yuvarlak cisimler belirdi. Yine ses duyuldu.
“İşte asıl şimdi panikten uzak durun. Bu gördükleriniz bizim gemilerimiz, bizi alıp götürecekler ve gideceğiz. Sakın marketlere koşmayın.”
Gemiler fazla yaklaşmadan çok uzaklarda, havada asılı duruyorlardı. Toplar bir araya gelip adeta kahverengi bir yol çizerek gemilere doğru ilerlemeye başladı. Görülmemiş bir manzaraydı. Sağdan soldan ağaç dalına benzer bir sürü benek benek yollar gemilere uzanıyordu. Sonra bu yollar yavaş yavaş gemilerin içine girerek sönükleşti ve gözden kayboldu. Gemiler hızla uzaklaştılar. Gitmişlerdi.
Panik havası bir süre devam etti, marketler boşaldı, dükkanlara saldırıldı, ortalık karıştı, hastaneler dolup taştı, dünya borsaları yere çakıldı. Ülkeler kapalı kapılar ardında zirveler düzenleyip Dariela gibi uygarlıklara karşı neler yapılabileceğini defalarca görüştü. Güvenlik önlemleri en üst düzeyde tutuldu, gökyüzüne roketler çevrili kaldı. NASA gibi kuruluşlar, başta Dariela’nın olduğu kısım olmak üzere uzayı defalarca taradı. Sonunda yavaş yavaş bütün insanlar bu gerçeği kabullendi. Dariela halkının kesin olarak gittiğine ve bir daha gelmeyeceğine emin oldu. Dağılan sokaklar toplandı, kırılan camlar tamir edildi, marketler yeniden ürünlerle doldu, borsalar yeniden yükselmeye, insanlar yeniden işe gidip gelmeye başladı. Bu konu da yavaş yavaş gündemden düştü.
Son
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Üzgünüz - Yoruma Kapalı
Son Yorumlar